[1]“Yalnızca güçlüler için söz konusu olacak bir adaletin
adaletsizlik olacağı gerçeği, erdem olarak adaletin özünü ifade etmektedir.
Adalet güç değil hak eşitliğine, kuvvetlerin değil, bireylerin eşitliğine saygıdır.”
[2]“Doğruluk güçlünün işine gelendir!” Bu cümle size tanıdık geliyor mu? İlk okuduğumda bana, günümüzde söylenmiş bir söz gibi gelmişti, oysa çok eskilerde yapılan bir tartışmada geçiyor ve insanların sorunlarının nasıl da zamanlar arası gezindiğini ve evrensel olduğunu hatırlatıyor.
Biz de buradan yola çıkarak bugün soralım; Doğruluk nedir? Ve geçen hafta boyunca Muğla İdare Mahkemesi’nin önünden Muğla Menteşe sokaklarına, caddelere, gökyüzüne, ağaçlara ve rüzgârla birlikte duymayan kulaklara ulaşmaya çalışan ‘Adalet‘ haykırışı nedir?
Adalet yalnızca hukuki bir terim olamayacak kadar geniş ufukludur. Bir sosyal bilimler disiplini olan hukuk ortaya çıkmazdan evvel de vardı adalet ve hukuk varlığını bu kavram üzerine temellendirdi. Yani yaşamsaldır. Alıntılarsak;
[3]“Yasa yasadır, haklı olsun ya da olmasın. Ama adalet demek değildir… Olgu olarak adalet (yasallık) değil, değer olarak adalet (eşitlik, hakkaniyet) ya da işte yine karşımızda, Erdem olarak adalet.”
Muğla’da uzun yıllardır var olan Yatağan, Yeniköy-Kemerköy termik santrallerinin yarattığı hava kirliliği, yok ettiği ormanlık alanlar hem insan hayatında hem de doğa üzerinde derin yıkım yaratmakta. Söz konusu termik santraller ruhsatları olmadan bakanlık kararıyla çalışıyor ve binlerce insanın kanser yüzünden ölmesine, hava kirliliğinden kaynaklı hastalıklara yakalanmasına, tarım alanlarının verimsizleşmesine neden olmaya devam ediyor. İlaveten, Yatağan ve Menteşe ilçeleri arasında kalan Deştin ve Bayır mahallerinde kurulmak istenen entegre çimento fabrikası da çalışmaya başlarsa; “Doğruluk her yerde birdir: Yönetenin işine gelendir” cümlesi ile boynu bükük adalet arasındaki derin uçurum, yok edilen ormanların, köylerin ardında kalan ve köylülerin ‘cehennem çukuru’ dediği alanlar git gide büyüyecek ve görünen o ki, önüne geçilmezse bir şehri yutacak.
Adaletsiz bir adalet, güçsüz bir adalet, eşitliksiz bir adalet, yıkıcı bir adalet, kavramın kendisiyle çelişir. Sonra, bildiğimiz kadarıyla adalet ne kişilerin ne de kurumların çıkarlarını korumak üzerine işlemez. Hukuk yoluyla verilen kararların tüm taraflar açısından hakkaniyetli olması için dengeyi bulmaya çabalar.
Kurulmak istenen çimento fabrikasından çıkacak zehirli dumanların, açılacak ocaklar için patlatılacak dinamitlerin, üretim süresince fabrikanın yaratacağı çevre kirliliğinin, yok edeceği toprakların, kirleteceği havanın, ortadan kaldıracağı tarım alanlarının, binlerce insanı ve hayvanı sağlığından edecek zehirli gazların ‘kamu yararı’na olacağına inanmak evet inanmak, güçtür. İşte tam da bu inanmanın aksine, düşünmek, araştırmak ve bilmek daha da önem kazanıyor. O zaman insan merak ediyor: Bu nasıl bir kamu yararı? Yüzlerce dönüm toprağın verimini kaybetmesi, ağaçların kesilmesi, hayvanların türlerinin tükenmesi, arıların ve bal ormanlarının yok olması, derelerin kirlenmesi, insanların hava kirliliği nedeniyle hastalanması, çocukların sağlıksız bir çevrede yaşaması, ekilip dikilecek alan kalmaması ve çıkacak gıda krizi kamu yararı mıdır? Yoksa kamu zararı mı?
Kamu yararı olup olmadığını deneyimlerinden bilen ve yaşayan Deştin köylülerinin itirazı üzerine, fabrikanın yapılacağı alanı incelemek için mahkemenin atadığı, yazıyla dokuz, sayıyla 9 alanında uzman bilirkişinin verdiği raporda, Deştin ve Bayır mahallelerinde kurulmaya dörtnala devam eden entegre çimento fabrikasının kurulamayacağı, bütün veriler incelendiğinde kamu yararı olmadığı, bunun doğa ve insan yaşamı için bir yıkım olacağı söylendi, yazıldı. Benzetme yaparsak, oy çokluğuyla değil, oy birliğiyle, dokuzda dokuz!
Fakat Muğla İdare Mahkemesi hâlâ ÇED raporunu iptal etmedi, yürütmeyi durdurma kararı vermedi, inşaat devam ediyor… Yani yasallık, olgu olarak adalet hakkaniyet ve eşitlikle buluşamadı, dolayısıyla erdem olarak adalet henüz çok uzaklarda…
İnsanlık, belki de insanlığın bir kısmı demeli, ekosistemin içinde sadece bir küçük nokta olduğunu kabul etmenin huzuruyla değil, bütün ekosistemi kendi hizmetine sunulmuş bir “mal” olarak kabul etme kibrindedir. Bazı insanlar diyelim, bu kadar kibirli olunca bütün doğayı kendi mülkü gibi kullanmaya, dereleri kirletmeye, ağaçları kesmeye, maden çıkarmak için en genci 15 milyon, en yaşlısı 1 milyar yaşında olduğu tahmin edilen kayaları yok etmeye, arıları, sincapları, kuşları, bilcümle bütün yaşamsal alanları yok etmeye kalkışıyor.
Ama bir de başta türlü düşünen, ormanların yok edilmesini, derelerin kurumasını engellemeye çalışan ve Türkiye’nin her yerinde var olan insanlar var. Deştin köylülerinin; “Deştin Çayı Özgür Akacak” sloganı bence en etkileyici cümlelerden biri. Buradaki yaşam hakkı vurgusu, insanın, sayesinde var olduğu doğayı temel alıyor, eğer Deştin Çayı özgür akamazsa, varlığını ortaya çıkaran nitelikler yok olacak ve o yok oluşla birlikte fabrika atıklarından kaynaklı olarak sular zehirlenecek, tarlalardaki ürünler, topraklar kuruyacak, tarım ortadan kalkacak. Birileri para kazanacak diye, binlerce insan, binlerce hayvan ve doğanın yaratma ve yaşatma özelliği, özgürlüğü ortadan kalkacak. Kamu yararı nedir hakikaten!
Deştin Çayı’nın özgür akması demek, onun var olma, kendi olabilme, potansiyellerini kullanabilme hakkına işaret eder. Deştin Çayı’nın akarken doğaya hayat veren varlığı, çevresinde otururken ruhumuzu dinlendiren şırıltısı, verdiği serinlik ve geçtiği her yerde toprakla buluşup yarattığı canlılık parayla satın alınabilir mi? Yanlış bilmiyorsak, adalet de parayla satın alınabilir değerleri temsil etmez.
Başa dönüp soralım: Muğla İdare Mahkemesi kendi atadığı, alanında uzman kişilerin raporlarına, ardından ek bir rapor için verilen ek süreye ve hazırlanan ek raporun da, fabrikanın yaratacağı yıkımları işaret ederek yapılmasının kamu yararı olmadığı, bilgisine rağmen neden hâlâ ÇED kararını iptal etmiyor, neden yürütmeyi durdurmuyor? Çünkü adalet yalnızca hukukla ifade edilemez!
Aynı zamanda taraflar arasındaki eşitliği, kamu vicdanını ve en geniş anlamıyla bir toplumun bir arada yaşayabilmesini mümkün kılacak asgari değerleri ve hakları da dikkate alır. Hukukilik hakkaniyetle, eşitlikle birleştiğinde adaletli bir karar ortaya çıkar ki, bu da yalnızca yasaların varlığını değil, yasaların kapsayıcılığını da işaret eder. Belki de Muğla İdare Mahkemesi, hukuki olanı kamusal olanla ve her ikisini de içeren erdem olarak adaletle buluşturamadığı için, yasal olarak da yapılması uzmanlarca uygun görülmeyen bir projenin yürütmesini durduramıyor, ÇED raporunu iptal edemiyor, olabilir mi?
Güçsüz bir adalet güçlülerin adaleti olur ama o zaman adalet olamaz.
Haklı olmak ve bunun verdiği adalet duygusuyla herkesin var olma hakkına saygı duymak yepyeni bir dünyayı var etme ihtimali taşır. Deştin öyle benim için, daha güzel bir dünyayı yaratacak hayalleri olan insanların köyü…
Haklı ve güçlü olacağımız dirençli zamanların ve dayanışmanın büyümesi dileğiyle: ‘Deştin Çayı Özgür Akacak’ ve biz hep birlikte çayın kenarında piknik yapacağız! Dağları, ormanları, tarlaları, kuşları ve dereleri yaşama sevinci olarak bütün varlığıyla hissettiren Deştin köylülerini, oradaki Gamze’leri, Burcu’ları, Arzu’ları, yerlerde sürüklenen
köylüleri, Cemile teyzeyi, rüyalarımı anlatıp birlikte güldüğümüz Sennur’u ve yaşamlarıyla düşünceleri arasındaki tutarlılığın sevgi olarak yansıdığı bu insanlarla birlikte olmanın kıymetini hatırlatan bir şiirle bitirmek istiyorum:
[4]“… Kıymetini bil her şeyin
sözlerin
ekmeğin
kapının ardındaki doğrulara uzanan çocuğun
dünya meclisindeki coşkulu hayvanların
yeniden birlikte başlama özleminin
insanların,
odadaki insanların, sokaktaki insanların
kıymetini bil her şeyin…“
[1] Sponville, Andre Comte, Büyük Erdemler Risalesi, İletişim Yayınları, çeviren Işık Ergüden, 1. baskı, 2012, s.118
[2] Platon, Devlet, Remzi Kitabevi, 8. basım, 1995, I. kitap, sayfa 29 [1] Sponville, Andre Comte, Büyük
[3] Sponville, Andre Comte, Büyük Erdemler Risalesi, İletişim Yayınları, çeviren Işık Ergüden, 1. baskı, 2012, s.95
[4] Berger, John, Kıymetini Bil Her şeyin, Metis Yayınları, II. Basım, 2009, kitabından Gareth Evans’ın şiiri.

1965 Edirne doğumluyum. Uzun yıllar dokuma işçisi olarak çalışıp, işçi tiyatrosu yaptıktan sonra, hayatta bir dönüm noktası sayılan bir yaşta; 40 yaşında üniversiteye girdim. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okudum ve Sosyoloji yan dal yaptım. Ardından aynı okulda Felsefe ve Toplumsal Düşünce bölümünde Yüksek Lisansı bitirdim. Kendi okulumda 5 yıl boyunca öğretim görevlisi olarak ‘Uygulamalı Etik’ dersini verdim. Üç yıl önce Muğla’ya geldim ve sanki yıllardır burada yaşıyormuş gibiyim…