Bir kent düşünün; yemyeşil, masmavi, ormanı ayrı güzel, denizi ayrı güzel, dağları ovaları ayrı güzel, insanları ayrı güzel. Ama o güzel insanların binlercesi on yıllardır zehir saçacak, bütün bu güzellikleri bitirecek, yeşili, maviyi, bütün şehri griye boyayacak, erken doğumlara, çocuk ölümlerine, çeşitli kanserlere, susuzluğa ve daha birçok kötü etkiye sebep olacak çimento fabrikasına karşı yaşam mücadelesi veriyor. Bu mücadele için bakıma muhtaç yaşlılarını, çocuklarını evde bırakıp nöbet tutmaya, eylemlere geliyor. Bu mücadele için temel geçim kaynakları olan hayvanlarının, zeytin ağaçlarının, arılarının, bağının bahçesinin bakımını eksik bırakıyor, zaten zorla kazanacakları 3-5 kuruşu da riske atıyor. Ucu ucuna olan gelirlerinden, çoluğunun çocuğunun rızkından feragat ediyor.
Bir önceki yazımdan alıntıyla “Bu mücadele için 90 yaşındaki Cemile Teyze, görme engelli Şennur Teyze, 15 yaşındaki Görkem, 5 yaşındaki Sayit ve daha niceleri, yürümeye mecali kalmamış yaşlı başlı insanlar bile kâh soğuğun yağmurun altında, dağda çamurda titreye titreye, kâh öğlen güneşinin altında çarpma geçirmeyi göze alarak nöbet tutuyor, eylemlere katılıyor. Jandarmalar tarafından yerlerde sürükleniyor, dayaklar yiyor.” Üzerine karakol karakol, adliye adliye ifade için süründürülüyor. Sadece kendisinin değil, bütün şehrin yaşam hakkını savunduğu için ağır cezalar alıyor. Bir sürü yerden işlerinin zorlaştırılmasıyla, çoluğunun çocuğunun işiyle, rızkıyla tehdit ediliyor fakat ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi yine nöbetini tutuyor, eylemlere gidiyor, hepimiz için mücadele etmeye devam ediyor.
Nihayetinde genel iktidarın hukuku ne hale getirmiş olduğu hepimizin malumuyken o iktidarın mahkemelerinin atadığı bilirkişiler bile oy birliğiyle mücadelelerinin haklı olduğunu söylüyor ve dokuzu birden bu fabrika buraya yapılamaz diyor. -Kendilerine bilimden şaşmayarak ilkeli davrandıkları ve üstlerindeki baskıya rağmen dik durabildikleri için teşekkür ediyor, bu tavrın ve omurga yapısının herkese yayılmasını temenni ediyoruz.-
Şimdi şartlar böyleyken bu onurlu, ilkeli ve mücadeleci vatandaşların yanında o kentin yerel iktidarını, daha doğrusu mevcut resmi-gayriresmi yöneticilerini ve çıkar çevrelerini düşünün. Düşünün ki yerel iktidar bu hususta normalde rakip olduğu genel iktidarla aynı cephede, ona oturduğu koltuğu bahşeden halkın karşısında, para babalarının yanında mücadele ediyor. Çimentocular adına köylülere karşı davalar açıyor, hatta kazanıyor. Halkın kazandığı mücadelede şirkete kalp masajı yapıp yeniden diriltiyor. Üstüne ÇED raporu geçerlilik süresinin bitimine 2 gün kala ruhsat veriyor. Bekletme hakkı varken, rapor geçerlilik süresi dolsa halkın eline çok etkili bir silah verebilecekken ve mücadele edenler bu eziyetleri hiç çekmeyebilecekken o silahı halka karşı kullanması için şirkete veriyor, para babalarını ipten alıyor.
Bölge halkı bu gibi hareketleri genel iktidardan görmeye zaten alışık ve hazır, onlar para babalarının tarafında olduğunu hiç gizlemiyor ve halk zaten genel iktidara karşı devamlı mücadele ediyor. Yalnız, tam aksi sosyal demokrat ve halkçı söylemlerle onları kandırarak oylarını toplayan ve bu şartlarla koltuğa oturan, oy verdikleri yerel iktidar da sermayenin yanında durarak halkı oldukça şaşırtıyor ve hayal kırıklığına uğratıyor. -Yerel iktidar dar grupçu elitist bir siyaset anlayışıyla yapılanmış, en başta büyük şehirde bir esas başkan var ve ondan habersiz hiçbir şey olmuyor, hiç kimse hiçbir şey yapamıyor. Ondan başka kimsenin kendi iradesiyle söz söylemeye veya bir hamle yapmaya hatta düşünmeye bile hakkı yok, hoş o etrafta böyle bir derdi olan da yok. Halkla karşı karşıya gelirken gözüken alt başkan olmasına rağmen aslında esas başkanın rızası ve izni olmadan bunların hiçbirinin yapılamayacağını bütün halk da biliyor- Bu dar grupçu iktidarın şürekası telefonu çok iyi kullanmakla ve aracılık yapmakla ünlü vekiline köy muhtarı arattırılıp “boşuna uğraşmayın, o fabrika oraya kurulacak” dedirtiliyor. Mücadeleye destek verenler işleriyle, ekmekleriyle tehdit ediliyor. Yerel iktidar devamlı olarak çalışanlarına ve üyelerine “sakın eylemlere gitmeyin, mücadeleye dahil olmayın yoksa…” diyerek parmak sallıyor. Alt başkan ve esas yardımcısı şirketle bir olup mücadele eden insanlara kişisel iftiralar atıyor, belirledikleri ortak dili kullanıyor, dedikodular çıkarıp yaymaya çalışıyorlar. Zehir projesini meşrulaştırmak ve reklamını yapmak için alt başkan şehir takımıyla köprü kurup çimentocuların reklamını yaptırıyor, gerçek anlamda adını şehir takımının kalbine yazdırıyor. Çimentocular çok yakın arkadaşı olacaklar ki alt başkana basın karşısında kefil oluyor, koruyup kolluyor, alt başkanı yakinen tanıdığını ve çok dürüst, çok düzgün bir insan olduğunu savunuyor.
Parti mensuplarının bazıları yerel iktidardan beklentileri olduğu için üç maymunu oynuyor. Bazıları korkuyor, öyle ki mücadele edenlerin kulağına “Ben de yanınızdayım, ben de köylüyüm ama kendimi açık edemiyorum çoluğum çocuğum var, eve ekmek götürmem lazım affedin beni” diyor. Esas başkanın esas yardımcısına gelince çimentoculara yakınlığıyla ve çimento hayranlığıyla biliniyor -daha önceki mücadelede “çimentocuları istiyoruz” söylemiyle köylülere karşı bir eylem bile örgütlemiş- ve hala “ne yaparsanız yapın fabrika yapılacak” propagandasına kahve kahve, sokak sokak, bulunduğu her yerde çaktırmadan devam ediyor. Çaktırmadan diyorum çünkü karşılarına geçip sorulduğunda hepsi halktan korkusuna çimentocuların karşısında olduklarını söylüyor ama söyledikleri ve eyledikleri tam zıt. Yerel iktidar partisi mensuplarından bazıları halkla beraber mücadele ediyor, hatta bazı eski vekilleri de dahil bu mücadeleye -eski diyorum çünkü yeni listeye yazılamamalarının sebebi biat etmemiş olmaları, tam da bu mücadele içinde olmaları, esas başkan tarafından yeni dönem için üstleri çizildi- ama cesurlar sadece istisna olarak kalıyor.
Yerel iktidar partisinin genel merkezinden, esas başkanın da üzerinde olan ultra başkan, kendisine derdini anlatmak ve çözüm bulmak için Ankara’ya gidip kendisiyle görüşen halka söz veriyor -ki bu söz ultra başkanın en yakın iki kurmayından da alınıyor-, alt başkanı bizzat arayarak ruhsatı iptal edip halkın safına geçmesini söylüyor. Fakat alt başkan, bir daha başkan olamayacağını bile bile hayatı uğruna çimentocuları savunmaya devam ediyor ve ultra başkanın talimatını reddediyor. Bunun çimento ve çimentocu sevgisinin sebebi hakkında halkın hiçbir fikri yok(!) bütün halk merak ediyor. Oysa ne güzel başlamıştı alt başkanın siyası hayatı, çimentocu aşkı(!) sebebi oldu.
Ama esas başkan devreye girip ultra başkanla görüşüyor ve meseleyi hallediyor, alt başkana yapılmakta olan baskıyı genel merkez bazında hafifletip bu büyük iktidar adayı partinin verdiği sözden dönmesini sağlıyor. Esas başkan sadece dönüm noktalarında ortaya çıkıp işleri çimentocular adına toparlıyor. Zaten işleri halletmek için maşa kullanmakla, elini pisliğe sürmektense eldiven takmayı tercih etmesiyle biliniyor, bu hususta oldukça da yetenekli. Ama normalde işinin piri olmuş, 25 yıldır koltuk ve bu tarz siyaset tecrübesi edinmiş esas başkan bir hata yapıyor, köylülerin canına tak edip fabrikaya giden yolu kapattıklarında onlar soğuğun altında gece gündüz nöbet tutarken fabrika yolunun yaptırılmasına, fabrika lehine genişletilmesine hiçbir müdahalede bulunmuyor, çimentoculara destek oluyor. Hatta o nöbetin başlayacağını tahmin etmişçesine(!) nöbet başlamadan 5 gün önce kendisine ait olan yolu orman bölge müdürlüğüne iade etmeye çalışıyor ama orman yönetimi bu taktiği yutmayıp esas başkandan gelen iade talebini reddediyor. (Önümüzdeki günlerde bu kısmı bilahare işleyeceğiz şimdi işimiz çok) Ama bu hata herkesin bildiğini açık ediyor ve esas başkanın da göz göre göre çimentocuların yanında olduğu kanıtlarla ortaya çıkıyor. Bu arada esas başkan halktan o kadar kopmuş ve kendisini o kadar yukarıda görüyor ki ultra başkanla bile istediği zaman görüşebilen halk, esas başkanla hiçbir şekilde görüşemiyor, görüşme talepleri defalarca reddediliyor. Şehir halkı bütün başkanlara, yerel iktidara, genel iktidara, çimentoculara ve mahkemelere karşı mücadeleye devam ediyor. Henüz devam ediyor ama hikayenin sonuna dair bir ipucu vereyim, örgütlenmiş bir halkın mücadelesinin nasıl sonuçlanacağını Latin devrimcilerin ünlü sloganlarından biliriz.
“El pueblo unido jamás será vencido (Birleşmiş halk asla yenilmez)” karşısındaki cephe ne kadar geniş olursa olsun.
Seçim sonrası bazı kitlelerin George Orwell hayranlığını çokça görmüştük, alıntı yaptıkları eserleri okudular mı bilmem ama böyle hikâye gibi anlatınca yazarın ünlü eserleri “Hayvan Çiftliği” ile “1984” arasında distopik bir yere denk geliyor değil mi?
Gerçekleri hikâye gibi anlatınca -malum hayranlıklarını da göz önüne alırsak- uyuyanlar belki mevcut durumu fark edip uyanırlar. Gerçi uyuyanı bir şekilde uyandırırsın da uyuma numarası yapıp gözlerini sıkı sıkıya kapatanı nasıl uyandıracaksın?
Sadece bir versiyonunu anlatmış olsam da hemen her ilçede farklı varyasyon ve isimlerle benzer hikayeler devam ediyor ama şimdi hikâye kısmını bırakalım.
Gün içinde oldukça farklı çevrelerden çok fazla insanla muhatap oluyorum. Hemen herkesin fikri aynı. Artık kimse ‘ölümü gör, sıtmaya razı ol’ siyasetini yutmayacak, herkes ölümü de sıtmayı da reddediyor. Mevcut yerel iktidar lideri ve şürekası kendilerine yüzde 80’lerle bırakılmış siyasi mirası yiye yiye bitirememiş ama bitmesine ramak kalmış yüzde 36’ya indirmiştir, geçen seçim ipin ucundan dönmüş olanlar artık hepimizin bildiği üzere kazanmak için yeterli değil. Aynı isimler veya onlara yakın olan lacivert renklileri Muğla halkına yine dikte edilmeye kalkılırsa güçlü bir “yetti gari” nidasıyla karşılaşacaklar. Malumumunuz siyasette kazanma sınırından aşağı düştüğünüz anda %36 sıfıra eşitlenir, elinizdeki miras bir anda bitiverir.
Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun ısrarla oturmaya devam etmek istediği koltuğun sırtını dayadığı en önemli unsur 11 büyük şehir belediye başkanı. Demeçlerinden de koltuğunu kaybetmemek adına mevcut başkanlar ve çıkar çevreleriyle siyaseti sürdürme isteği anlaşılıyor. Umarım mevcut yerel yönetim de genel merkez de “koltuğu kaybetmemek uğruna gerekirse riske girip seçim kaybederiz” politikasından vazgeçer.
Muğla halkı artık mücadele ettiği insanlara oy vermemekte kararlı. Devrimciler, demokratlar, ekolojistler, köylüler, işçiler, öğrenciler, gençler, kadınlar kısacası ölümü görüp sıtmaya razı olmayacak olanlar halk inisiyatifleriyle, yerel meclislerle ve taban örgütlenmeleriyle gerekli iradeyi ortaya koyup yıllar sonra içlerinin rahat edeceği bir oy kullanmak için, ölümü de sıtmayı da reddetmek için eyleme geçeceklerdir.
Teamül yoklaması yapılacak mı, yapılacaksa ne kadar ciddiye alınacak bilemem ama Muğla’nın tahammül yoklaması bu şekildedir.
Dünyaya soldan bakan, bir sosyalist, yeşil perspektifli yurtsever, devrimci ve demokratım. İstanbul Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler eğitimi aldım ama hayatımı yazılım yaparak idame ettiriyorum. Her türlü mücadele alanının gerekliliğine ve zorunluluğuna inanıyorum.