Maria ve Hülya’nın anılarına saygıyla
Ben de bir erkeğim. Bana düşer mi bu yazıyı yazmak? Bilmiyorum. Kendimle kavga halindeyim. Bir yanım “yaz” diyor, “canını acıtanları…” “Özellikle yanımızda görünüp belki bilmeden, kıymet verdiklerine zarar verenleri.”
Bir yanım, “ne farkın var diğer erkeklerden, herkesten, sen de zamanı geldiğinde herkes kadar zararlı, herkes kadar riyakârsın” diye sesleniyor, sanki düşünen o değilmiş gibi kendi öte sesine.
Sesler birbirine karışıyor! İnsan neredeyse aynı anda bu kadar tezat şeyleri seslendirebilir mi?
Oluyor… belki aynı anda çok daha fazlası kafamdan gelip geçiyor. Muhakeme etmek: böyle bir şey olsa gerek? Hep böyle oluyor, karar verme anlarımda. Karmakarışık. Demek yine bir şeylerden vazgeçme zamanı gelmiş olmalı.
Dünya Kadınlar Günü’nün bir gün öncesi, kendini solcu addeden bencileyin bir “erkek”, sanal bir tartışma listesinde herkesin önüne atılıp ilk sözü kuruyor:
“8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 129 kadın dokuma işçisi iş, ekmek, özgürlük kavgasında yanarak öldü. Dünya, o günü 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak tanıdı. 8 Mart özünde kutlama değil bir anmadır. Anılarına saygıyla…”
Yazının üstünde birtakım soluk resimler… Hani o Dokuma Fabrikası’ndaki yüksek duvar boyunca çıkan yangının bıraktığı izler… Ölen işçi kadınları hatırlatıyor.
Az biraz zaman geçiyor, çağımız sayısal iletişim çağı ya, parmaklar çalışıyor, emojiler konduruluyor. Emojileri koyanlar da erkek!
Listede kadınlardan çıt çıkmıyor, sükunet içinde dinliyor kadınlar. Belli ki, ertesi günü meydanlara çıkmayı bekliyorlar.
En önde kızkardeşleri Hülya’nın fotoğrafı var. İki yıl öncesine kadar, 8 Mart’ları birlikte düzenledikleri Hülya. Seçilmiş kızkardeşleri(ydi)… Geçmiş zaman takısını eklemek, içimden gelmiyor! Sevdiğim bir arkadaşın unutulmadığını görmek bir an içimi ferahlatıyor, derken burnum sızlıyor, gözlerim doluyor!?
Dedim ya sanal bir dünyada yaşıyoruz. Bir başka tartışma listesinde bir tiyatro afişi paylaşılıyor: Kenan Karabağ’ın kitabından Maria’nın hikayesini anımsatan. Tuhaf ama o da bir erkek!
Unutma ötesi, yok sayılan bir Kadın’ın hikayesi, anlatılan. Kadınlar Gününde komünist doktor Suphi’nin karısı Maria ile ilgili bu oyunun duyurusu, öğrendiğim günden beri geçmeyen yarayı tekrar deşiyor, içimde bir yerlerde.
Meğer 15’ler diye bildiğimiz o komünistler aslında 16 kişiymiş. Onaltıncısı (belli ki sadece kadın olduğu için) komünistler tarafından bugün bile şiirlerde, şarkılarda, marşlarımızda unutulmuş. “Karadenizin karanlık suları”na gömülen 15’lerle birlikte, ölümden beter bir yaşama mahkum edilen Maria’nın hikayesinin komünist olarak saygı duyduklarım arasında bunca sene anlatılmamasını, yok sayılmasını hala yediremiyorum, normalleştiremiyorum.
Belki de normalleştirmemek en doğrusu!
Mezuniyet (ODTÜ-İşletme) sonrası bir süre büyük şirketlerde profesyonel olarak çalıştım. Profesyonel yaşamdan çabuk bıktım ve alışıldık iş yaşamından kopup, daha önce pek denenmemiş, niş alanlarda yazılı ve görsel/işitsel yayıncılık faaliyetlerine kalkıştım.
Basılı ya da dijital ortamlarda dergiler, gazeteler, çeviri ve derleme kitaplar ile interaktif eğitime dönük kurgu videolar hazırladım, sundum. Kitap yayıncılığının yanı sıra, meslek odaları ve örgütlerde yayıncılık-iletişim ve örgütlenme alanlarında hizmet vererek yaşamını idame ettirdim. Datça’ya yerleştim. Bir süredir doğrudan ya da katılımcı demokrasinin işletildiği, hiyerarşisiz/şiddetsiz yerel meclisli yapılarla hak ve yaşam alanlarının savunuculuğunda arayışlar içindeyim.