Geçen yazımda binlerce yıl sürmüş ve Engels’in hayranlıkla bahsettiği ilkel komünal toplumla ilgili “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabından alıntılar yapmış ve yazımı bu toplum biçiminin yıkılışı hakkında şu sorularla bitirmiştim;
Niçin artı-ürün klan ya da kabile arasında eşit olarak paylaşılmadı da bazı kişilerin elinde toplandı?
Niçin binlerce yıl süren ürünlerin eşit olarak bölüşümünün yerini toplumsal eşitsizlik aldı?
“İnsanlık Halleri”nin bu tarihsel gelişmede rolü nedir?
* * *
Ürünlerin bölüşülmeleri ve tüketilmeleri, nasıl elde edildiklerine bağlıydı. Eski avcı ve balıkçı halklar yiyeceklerini geniş gruplar halinde elde ediyorlardı. Kullandıkları ilkel araçlar, geçimlerini kandaşlarının yardımı olmadan, tek başlarına sağlamalarına izin vermiyordu. Bundan dolayı, toplumun ilk gelişme aşamalarında toplumsal üretim ortaya çıkmış ve bunun zorunlu sonucu olarak da torbadaki yiyeceklerinin grubun üyeleri arasında hemen eşit bir biçimde bölüşüldüğü toplumsal tüketim gerçekleşmiştir. Bu en başta, eski halkların ve kabilelerin ekonomik yaşam biçimleriyle belirlenmiştir. Paylaşma adeti, avcı kabilelerin onsuz varlıklarını sürdüremeyecekleri bir tür karşılıklı güvenceydi.(1)
Bireysel türden araçların ve bireysel üretimin yaygınlaşmasıyla birlikte, artı ürün ortaya çıkmaya başladı. Başlangıçta yaşamak için her şey paylaşılmak zorundayken bu zorunluluk ortadan kalktı. Artı ürün paylaşılmak yerine başta şefler olmak üzere kişilerin elinde toplanmaya, savaş esirleri de öldürülmeyip köle olarak kullanılmaya başlandı. İlkel komün dağılmaya ve toplumsal eşitsizlik yerleşmeye başladı. (2)
Toplumsal işbölümünün gelişmesi sonucunda, ilkel komün kesin olarak dağıldı ve kabile düzeni son buldu.
Neden artı ürünü ortaklaşa paylaşıp, herkesin refah içinde yaşadığı bir toplumu devam ettirmek yerine; güçlünün aşırı zenginlik içinde yaşadığı, güçsüzün ezildiği bir toplum düzenine geçildi?
Engels şöyle diyor;
“Yeni uygar toplumu, sınıflı toplumu başlatan şeyler, -açgözlülük, zevk düşkünlüğü, cimrilik, ortak mülkiyetin bencil yağması gibi- en aşağılık çıkarlardır; eski sınıfsız toplumu kemiren ve yıkılmasını sağlayan şeyler, – hırsızlık, zor, kalleşlik, ihanet gibi – en utandırıcı araçlardır. Ve bizzat yeni varlığının ikibinbeşyüz yıllık süresince, küçük bir azınlığın, büyük bir sömürülenler ve ezenler çoğunluğu zararına gelişmesinden başka hiçbir şey olmadı ve bugün, her zamandan da çok, böyledir.”(3)
“Bu örgütlenmeyi temel olarak alan uygarlık, eski gentilice toplumun yapmaya hiçbir zaman yetenekli olmadığı çok şeyler yaptı. Ama bunları, insandaki en iğrenç içgüdü ve tutkuları harekete geçirerek ve bu iğrenç içgüdü ve tutkuları, insanın bütün öbür yetenekleri zararına geliştirerek yaptı. Uygarlığın ruhu, ilk gününden günümüze kadar, yalınkat bir açgözlülük oldu; onun tek ereği, zenginlik, gene zenginlik, ve hep zenginliktir; ama toplumun zenginliği değil, şu bayağı bireyin zenginliği.”(4)
Görüldüğü üzere temel güdümüz: “Çıkarlarımız.”
Bireysel çıkarlarımız ortaklaşmayı gerektiriyorsa ortaklaşıyoruz, gerekmiyorsa herkesin canı cehenneme!
“İnsanlık hallerini” tartışmaya devam…
***
Geçen haftayı iki kelimeyle özetleyebilirim, üzüntü ve öfke.
760 dönümlük Akbelen Ormanı, gözümüzün önünde kesildi. Çok üzgünüm. Engellemek için elimizden geleni yaptık, halen yapmaya devam ediyoruz ama çaresiziz. Ağaçlarımız kesildi, ormanımız yok edildi. Şimdi toprağı yok edip, maden ocağına hazır hale getirmeye çalışıyorlar.
Öfkeliyim, çünkü ormanlarımız, ormanları korumakla görevli, bunun için bizlerden toplanan vergilerle maaşını alan Tarım ve Orman Bakanlığı talimatıyla, Milas Orman İşletme Müdürlüğü elemanlarınca, jandarma ve polisin koruyuculuğu altında kesildi.
Akbelen’de ağaca asılan büyük bir pankart var. Şunlar yazıyor:
“ANAYASAYA UY!”
Madde 10
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Madde 17
Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Madde 56
Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.
Madde 169
Devlet, ormanlarının korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.”

Makina mühendisiyim. İstanbul’dan Muğla’ya bir otel şantiyesinde çalışmak için 1991 yılında geldim. Geliş o geliş. O günden bu yana Muğlalıyım. İnşaat faslından sonra turizmde teknik müdür olarak 17 sene çalıştım. Arada 3 sene Antalya merkezli çalışma var ama o zaman bile Muğla ile bağım kopmadı. Muğla’ya yerleştiğim yıldan bu yana Muğla’nın havasına, suyuna, taşına, toprağına sahip çıkma mücadelesine elimden gelen desteği vermeye çalışıyorum. Gündem Fethiye ile bu vesile ile tanıştık, yazılarımla da bir nebze katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana.
- “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin Alfabesi” Bilim ve Sosyalizm Yayınları Sf:262
- “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin Alfabesi” Bilim ve Sosyalizm Yayınları Sf:263
- F. Engels, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” Sf:95 Eriş Yayınları, 2003
- F. Engels, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” Sf:169 Eriş Yayınları, 2003