Bilge dedikleri kişinin kendilerine görünen köyü görünür kılması amacıyla, bir zamanlar tarihin ve zamanın akmadığı bir yerde, görünen köye kılavuz seçmişler. Etrafına toplaşmışlar. Kılavuz her yönden çevresine bakınmış ve dönmüş demiş ki;
-ben, hiçbir şey göremiyorum,
Çevresindekiler şaşkınlık içerisinde;
-nasıl olur da kos-kocaman köyü göremiyorsun diye serzenişte bulunmuşlar.
Kılavuz bu kere elini kaşlarının üzerinde siper ederek ufuk çizgisine doğru uzun uzun bakmış ve
-şimdi gördüm diye bir çığlık atmış,
Çevresindekiler gizlemeye çalıştıkları bir telaşla bir ileri iki geri gidip gelmeye başlamışlar ve hep bir ağızdan;
-nihayet, kılavuzumuz görebildi diye sevinç naraları atmışlar.
Ortalık sakinleştikten sora kılavuz onlara dönerek demiş ki;
-sizin gördüğünüz şey, köy değil,
Çevresindekiler, kızgın bir ses tonuyla,
-ne demek bu şimdi diye çıkışmışlar.
Kılavuz oldukça sakin ve dolgun bir ses tonuyla;
-sizler hayal görmektesiniz, her şeyi kafanızda kurguluyorsunuz, .
Çevredekiler daha bir sinirlenerek;
-sen bizlerle alay mı ediyorsun? Şu kos-kocaman köyü nasıl olur da göremezsin ve bizleri hayalcilikle suçlarsın!? diye söylenerek kılavuzu bir kenara iteklemişler, kılavuz sakin bir şekilde bir köşeye çömelerek oturmuş. Bu sıra, çevredekilerden biri,
-bu kılavuzu kim buldu? diye sormuş,
Herkes bir diğerine bakmış ve fakat kılavuzu sahiplenen çıkmamış. Aralarından biri,
-her hal sizin gözleriniz kör, demiş bu söz üzerine diğerleri bir hışımla bu kişinin üzerine çullanmışlar,
-sen ne dediğinin farkında mısın? Diyerek bu kişiyi hırpalamışlar.
Kılavuz çömeldiği yerden seslenerek demiş ki,
-kör olmadığınızı biliyor ve buna da inanıyorsanız bu öfkeniz niye?
Bu söz üzerine çevredekiler önce durmuşlar, daha sonra bir kılavuza, bir körsünüz diyen kişiye bir de kendilerine bakmışlar. İçlerinden biri söze girmiş ve demiş ki,
-görüyoruz görmesine ama, gördüklerimiz farklı, konuştuklarımız farklı ve neye inanacağımızı da karıştırmaya başladık… Bir diğeri söz alarak,
-madem kör değildik, kılavuzu neden seçtik? Bu söz üzerine çevredekiler homurdanarak iki adım ileri iki adım geri gidip gelmeye başlamışlar. Bir süre sonra içlerinden biri,
-görmüyor musunuz, köy dediğiniz yerde ne bir duman, ne bir ses ve ne de bir hareketlilik var! Bu köy nasıl bir köydür diye hiç düşündünüz mü? Diye sormuş . Bunun üzerine çevredekiler yeni bir şey keşfetmiş olmanın edasıyla homurdanarak demişler ki,
-bunu hiç mi hiç düşünmemiştik.
Kılavuzun dizleri acımış, çömeldiği yerden bağdaş kurarak oturmaya başlamış. Bir süre sonra demiş ki,
-düşünmeden ve gördüklerinizi anlamadan inanıyorsunuz,
Çevredekilerin kafaları bayağı bayağı karışmaya başlamış. Ne düşünce kalmış, ne görme, ne de inanç…Hepsi birden bire ellerinden, avuçlarından uçmuş sanki… Beyhude bedenler misali ayakta bir o yan bir bu yan sallanıp durmuşlar. İçlerinden başka biri bir diğerine yaklaşarak,
-Hey!, Hey! Ne oluyor böyle, yoksa öldünüz mü? Diye haykırmış. Bu haykırış üzerine anlamsız homurtulardan bir süreliğine başka ses duyan olmamış. Kılavuz ise, oturduğu yerden doğrulmuş, el ile işaret ederek demiş ki,
-bakın, bakın, taa şurada, şu ileride bir zamanlar bir köy vardı,
Çevredekiler o yöne doğru anlamsız, anlamsız bakarak ve homurtular içinde,
Hiçbir şey göremiyoruz demişler.
-elbette göremezsiniz demiş kılavuz ve eklemiş, göremezsiniz çünkü o köyün ışıkları yoktu, . Bunun üzerine içlerinden biri atılmış,
-ışıkları olmayan köy karanlıkta görünmese de gün ışığında mutlaka görünür demiş. Bu söz üzerine diğerleri hep bir ağızdan,
-doğru söylüyor, gün ışığında görünür. Bunu kim bilmez ki? demişler. Kılavuz hiddetlenerek demiş ki,
-gördüklerinize göz yumuyor ve inanmıyorsunuz, ama görmediklerinize hiç tereddüt etmeden inanıyorsanız içinizden birinin dediği gibi körün-göz olmalısınız! Bu söz çevredekilerin de sinirlerini germiş ve demişler ki,
-biz neye inanacağımızı sana mı soracaktık?
İçlerinden biri
-sordunuz ki, demiş,
Bir diğeri
-sormuşsak ne olmuş, demiş,
Ötekisi,
-sorduk sormasına ama, cevap alamadık, demiş,
Diğeri eklemiş,
-aslında cevap aldık ama istediğimiz cevabı alamadık, demiş… sorduk sormadık, aldık almadık, gördük görmedik, bildik bilemedik, inandık inanamadık diye tartışma almış başını gitmiş. Bu sıra, bir kişinin kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu görmüşler. Tartışmayı kesip gelen kişiye odaklanmışlar. Bu kişi yakınlarına geldiğinde,
-sizler orada ne yapıyorsunuz? Diye sormuş,
İçlerinden biri demiş ki,
-görünen köyü aramaktayız,
Gelen kişi afallayarak,
-iyi misiniz? diye sormadan edememiş. Bunun üzerine hep bir ağızdan,
-görmüyor musun, turp gibiyiz demişler. Sonradan gelen kişi bir süre durmuş, soluklanmış ve demiş ki,
-görünen köyü aramak yerine görünmeyen köyü arasanız daha iyi olmaz mı?
İçlerinden biri hemen lafını kondurmuş,
-ışıksız köyü kılavuz tarif etti de göremedik, bu nedenle görünmeyen köyü aramak boşuna bir uğraş olacak,
Kılavuz durduğu yerden söze girmiş,
-ben görünmez köyü değil ışıkları olmayan geçmişteki bir köyü tarif etmiştim,
Bu sıra içlerinden biri sonradan gelen kişinin koluna girerek onu biraz uzağa götürmüş ve kulağına fısıltıyla demiş ki,
-görünen köyü tarif etsin diye kılavuz tuttuk, hangi akla hizmet ettiysek bilmiyoruz ve hiç birimiz de bunun sorumluluğunu üstlenmek istemiyor. Bir tartışmadır almış başını gidiyor, ne doğrularımız kaldı ne de yanlışlarımız; her şey bir birine karıştı. Senden bir ricam olacak, eğer sen bu köyü çevredekilere tarif edersen sorunumuz kalmayacak,
Bunun üzerine karşısındaki,
-peki olur ama merakımı bağışla bir şey sormak istiyorum, sizler neden gözlerinizle gördüğünüz köy için bir başkasından tarif isteme gereğini hissediyorsunuz?
-bizler, gördüğümüzün doğruluğundan emin olmak için bilge olanlardan tarif istemeyi yeğlemekteyiz, diye yanıtlamış.
-öyle ise, kılavuzunuz bilge olmalı?
-bilgedir bilge olmasına ama nedense görünen köyü tarif edemiyor,
-peki, benim bilge olduğumu nerden çıkardın?
–senin bilge olduğunu söylemedim, ancak ben senin bilge olduğunu etrafa yayacak olursam çevredekiler buna inanacaklar ve bu inanç bir kere sağlandı mı gerisi kolaydır.
-sen kendini mi, ötekileri mi kandırıyorsun?
-hiçbiri, ancak ortada bir belirsizlik oluştu ve ben de her hal ve şartta bunu gidermenin yollarını aramaktayım,
-bunu yalan üreterek mi yapacaksın?
-sen bana yalancı mı diyorsun?!
-ben söylemedim, sen kendini bu şekilde tanımladın, demiş. Bu sözler üzerine yanındaki avazı çıktığı kadar bağırarak,
-içimize sonradan katılan bu kişi yalancının tekidir, hem görünen hem de görünmeyen ışıksız köyün olmadığına bizleri inandırmaya çalışıyor diye bağırmış.
Çevredekiler “yalancı”, “yalancı” nidalarıyla sonradan gelen kişinin üzerine yürümüşler. Sonradan gelen kişi ellerinden kendini zor kurtarmış ve kaçarak uzaklaşmış. O, gittikten sonra uzunca bir süre sessizlik hakim olmuş. Hiçbirinden ses çıkmıyormuş. Adeta her biri heykel gibi donuk ve sessiz beklemekteymiş.
Kılavuz kıpırdanmaya başlamış üç adım ileri iki adım geri gide-gele çevredekilerden adım adım uzaklaşmaya başlamış; doğrusu, kendi de uzaklaştığının fakında değilmiş. Gide-gide kendini bir köyde bulmuş. Her yan ışıl ışıl aydınlıkmış. “bu, bir serap olmalı” diye içinden geçirmiş. Gözlerine inanamamış, bu durumu test etmek için elleriyle taşa-toprağa, börtü-böceğe, sese-çığlığa her ne varsa dokunmuş; dokundukça avuçlarının içinin yandığını hissetmiş. Bu denli yakıcı ve bu denli parlayan bir köy nasıl olur da görünmez diye düşünmeye başlamış.
Bir süre sonra uzaktan bir karartının yaklaşmakta olduğunu fark etmiş. Çekinerek bir ağacın ardına saklanmış, soluğunu tutarak bekleme başlamış. Hareketli küme yakınlaştıkça kendilerinden uzaklaştığı kişilerin önce yüzleri ve sonra tüm bedenleri gün-yüzü gibi belirmeye başlamış. Derin bir nefes çekerek ortaya çıkmış; ancak, gelenlerin kendini fark etmeyerek köyün içine doğru kendi aralarında usul-usul konuşarak yürüdüklerini görmüş. Gözden kaybolmadan kısa bir süre önce içlerinden birinin şu sözlerini duymuş;
-size ta baştan beri söylüyordum; ne demişler “görünen köy kılavuz istemez.”
08/10 Ekim 2014 – Akarca
Yarım yüz yılı geride bırakan bir insanım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. 23 yıl Cumhuriyet Savcısı olarak çalıştım. 10 yıldır avukat olarak mesleğimi sürdürüyorum. Torunlarım için 1984 yılından bu yana yazıyorum. Okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Gündem Fethiye severek katıldığım alanlardan biri oldu.