Muğla’nın Fethiye ilçesinde, Onur Ayı etkinliklerinin ikinci gününde Kaos GL Derneği ve Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği katılımıyla panel ve ardından kolaj atölyesi düzenlendi. Panelde LGBTİ+’ları hedef alan yasa tasarılarının ve “Aile Yılı” politikalarının, yalnızca LGBTİ+’lara yönelik olmadığı, toplumun birçok kesiminin sesini kısmaya yönelik olduğu söylendi.
Muğla’nın Fethiye ilçesinde, Onur Ayı dolayısıyla Muğla Pride öncülüğünde LGBTİ+lar ve hak savunucuları 13 Haziran’daki film gösterimin ardından panel ile etkinliklerine devam etti. Gündem Fethiye, Muğla’da Onur Haftası etkinliklerini izledi.
14 Haziran’da Kaos GL Derneği’nden Seçin Tuncel ile çocukları LGBTİ+ olan ailelerin kurduğu Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği’nden (GALADER) Nedime Erdoğan’ın katılımı ile “Aile Yılı” paneli düzenlendi. Seçin Tuncel’in kolaylaştırıcı, Nedime Erdoğan’ın konuşmacı olduğu panelde, “Başka bir aile mümkün mü?” sorusunun yanıtları arandı.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Ocak 2025’teki Kabine Toplantısı’nın ardından yaptığı konuşmada “Güçlü toplum, güçlü ailelerle mümkündür. Toplumun tüm kesimlerinde farkındalık oluşturmak amacıyla 2025 senesini ‘Aile Yılı’ ilan etmeyi kararlaştırdık” ifadelerini kullanmıştı. Aynı konuşmada “LGBT meselesi, bugün ailenin varlığına yönelik en ciddi tehditlerin başında gelmektedir” demişti.“Aile Yılı” ilanının ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından özel logo tasarlanmış, logoda aile anne baba ve üç çocukla temsil edilmişti.
13 Ocak’ta düzenlenen Aile Yılı Tanıtım Programı’nda konuşan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ise şu ifadeleri kullanmıştı: “Annelik ve babalık itibarsızlaştırılıyor, aile bağları zayıflıyor. Cinsiyetsizleştirmeyi dayatan küresel ve sistematik bir saldırı gerçekleşiyor. Zararlı akım ve alışkanlıklar, çocuklarımız başta olmak üzere tüm aile bireylerini olumsuz etkiliyor. Tüm bunların sonucu olarak, ülkemizin geleceğini tehdit eden ciddi bir demografik dönüşüm süreci yaşanıyor. Bu meydan okumaların olumsuz etkilerine karşı aile kurumunu korumak bizler için her zamankinden daha büyük bir sorumluluktur.”
Bu nedenle de “Aile” kavramını tartışırken, çocukları LGBTİ+ olan ailelerin kurduğu GALDER’den Erdoğan’ın katılımının önemli olduğunun altı çizildi.
Nedime Erdoğan, öncelikle GALADER’de çalışmaya başlama sürecini anlattı. LGBTİ+ bireylerin ailelerine açıldıktan sonraki süreçlerde hem ailelere hem de çocuklara nasıl destek olabileceklerine dair çalıştıklarını söyleyen Erdoğan, “Ailelerin hep ‘el alem’ korkusu vardır. Bu ‘el alem’in aslında kendimiz olduğunu, iyileştiriciliğin evde başladığını fark etmek için bir döneme ihtiyacımız oldu” dedi.

Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) tarafından LGBTİ+’ları hedef alan bir kanun teklifinin Meclis’e sunulmasına değinen Erdoğan, bu dönemde farklı hak örgütleriyle bir araya geldiklerini ve kanunun yalnızca LGBTİ+’larla ilgili olmadığını, kadın örgütlerinin, farklı insan hakları örgütlerinin, hak temelli mücadele veren her kurumun ilgilenmesi gereken bir durum olduğunu ortaya koyduklarını söyledi.
“Hür Dava Partisi (HÜDA PAR), ‘Türk Ceza Kanunu, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair Türkiye Büyük Milet Meclisi’ne 18 Nisan 2025’te Kanun teklifi sunmuştu. Şubat ayında, Kaos GL, kanun teklifi taslağına ulaşmış, taslakta Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nda LGBTİ+’ları açıkça hedef alan değişiklikler yapılmasının planlandığını söylemişti.
Kanun teklifinde; ‘Hayasızca Hareketler’ başlıklı suçun yeniden düzenlenmesi, RTÜK Kanunu’nda değişiklikler, LGBTİ+ dernekleri hakkında değişiklikler, Medeni Kanun’a ‘biyolojik cinsiyet’ ifadesinin eklenmesi gibi düzenlemeler yer alıyordu. Teklif, LGBTİ+’ları hedef aldığı gerekçesiyle hak örgütleri tarafından tepkiyle karşılanmıştı.”
LGBTİ+’ların iktidar tarafından kriminal hale getirilmesinin ve bu durumun etkilerinin özellikle bu yasa teklifinin ardından daha net görüldüğünü belirten Erdoğan, bu süreçte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde farklı gruplarla konu üzerine çalışmalar yaptıklarını anlattı. Süreç içinde de LGBTİ+ düşmanlığının ne kadar sıcak bir gündem olduğunun Meclis’te görüştükleri gruplar tarafından da anlaşıldığının altını çizdi.
Bu görüşmelerin hemen ardından ise “Aile Yılı” kapsamında, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı genel müdürlüklere ve 81 ilin müdürlüğüne “Toplumsal cinsiyet ve bazı kavramların kullanımı hk.” konulu, LGBTİ+ların hedef alındığı bir yazı gönderildiğini hatırlattı.
Kaos GL gazetesinden Oğulcan Özgenç’in haberine göre, 2 Mayıs 2025 tarihli yazıda ulusal ve uluslararası kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlarla birlikte bakanlık birimlerinin yürüteceği çalışmalarda “toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet kimliği, LGBT, SOGIESC (Avrupa Konseyi Cinsel Yönelim, Cinsiyet Kimliği ve İfadesi ile Cinsiyet Özellikleri Birimi- Sexual Orientation, Gender Identity and Expression, and Sex Characteristics – SOGIESC Unit), kapsamlı cinsellik eğitimi” gibi kavramlara karşı ortak bir tutum takınılması gerektiğini savunulmuştu.
Diğer yandan Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 13 Haziran 2025 tarihli “Düğün Yapmanın da Bir Âdâbı Vardır” başlıklı Cuma hutbesinde geçen şu ifadeleri hatırlattı: “Ancak mahremiyetin gözetilmediği, tesettürün hiçe sayıldığı, alkolün tüketildiği, sevinçleri kedere dönüştüren silahlı kutlamaların yapıldığı, yüksek sesli müziklerle gece gündüz demeden çevrenin rahatsız edildiği, oluşturulan konvoylarla insanların can ve mal emniyetinin hiçe sayıldığı bir eğlence anlayışı dinimizde yoktur.”
“BU SADECE ÇOCUĞUNUN HAKKINI SAVUNMAK MESELESİ DEĞİL”
Erdoğan; LGBTİ+ karşıtı yasa tasarısı, yargı paketi, “toplumsal cinsiyet” kavramlarının yasaklanması, Diyanet hutbesi gibi girdilerden, sürecin çok daha bütünlüklü olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Öncelikle, bir ebeveyn olmanın dışında eşit haklar için mücadele eden bir yurttaş olduğunun, aynı zamanda kendisini feminist olarak tanımladığının altını çizen Erdoğan, “Yani sadece çocuğunun hakkını savunmak meselesi değil bu” dedi.
Diğer yandan, iktidar kanadından yapılan büyük veya küçük her müdahaleyi fiili olarak göle atılan bir taşın yarattığı dalgalara benzeten Erdoğan; bunların iş hayatına, eğitime, sosyal hayata, medyaya sirayet edeceğini söyledi. Yaşanan hak kayıplarının ise yalnızca LGBTİ+lar değil dezavantajlı tüm gruplarını etkileyeceğine dikkat çekti.
“YENİ YASA TOPLUMSAL AÇIDAN LGBTİ+’LAR DIŞINDAKİ KESİMLER İÇİN NE İFADE EDİYOR?”
Seçin Tucel’in bu noktada, yeni yasa tasarısının kabul edilmesi durumunun toplumsal olarak LGBTİ+lar dışındaki kesimler için ne ifade ettiği sorusu ile panel devam etti. Nedime Erdoğan ise mevcut durumda dahi eşitlik temelli bir aile birliğinin aslında kadın ve erken arasında olan ve biyolojik temelli bir yapı olduğuna dikkat çekti. Bu yapının da muhafazakar ve yıllardır hak mücadelesinde değiştirilmeye çalışılan ‘erkekliğin’ bir tanımı haline dönüştürüldüğüne işaret etti.
Bu düzenlemelerin, sonuç olarak kadını daha çok eve hapseden anlayışın kurumsal hale gelmesi gibi bir anlam taşıdığının altını çizdi.
Bu süreçte yurttaşlara ve hak savunucularına verilen cezaların mevcut durumdan çok daha ileri boyuta ulaşabileceğine dikkat çekti.
“AİLE POLİTİKALARI AİLE İÇİNDE KALMIYOR TÜM TOPLUMU DİZAYN EDİYOR”
Bu başlıkta Erdoğan, son olarak bu türden “aile” politikalarının aile içinde kalmadığını, tüm toplumu dizayn etme politikalarıyla birlikte düşünülmesi gerektiğini söyledi.
Meselenin, bu aşamada LGBTİ+ topluklarının, özellikle de transların doğrudan varoluşunu hedeflemesinden dolayı en başta LGBTİ+’ların gündeminde olduğunu fakat ortaya atılan argümanların toplumun birçok kesiminin sesini kısmaya yönelik olduğunun altını çizdi.
“ANNE VİCDANI TOPLUMUN GELECEĞİNE DAİR SORUMLULUK HİSSETMEKTEN KOPUK BİR ŞEY DEĞİL”
Tüm bunların yanında Erdoğan, LGBTİ+ların kamusal alanda veya yoksulluk, şiddet gibi konular bakımından da en dezavantajlı gruplar arasında yer aldığına değindi. Bu nedenle GALADER’in yalnızca çocukları anlamak açısında değil eşitlik ve hak mücadelesine destek vermek açısından da çalışmalar yaptığını belirtti. Burada “Anne vicdanı”ndan öte bir durum olduğunu söyleyen Erdoğan, “Anne vicdanı çocukların geleceğinden, geleceğimizden kopuk bir şey değil. Toplumun geleceğine dair sorumluluk hissetmekten kopuk bir şey değil” dedi.
Kendisinin de bir anne, yurttaş, kadın olarak eşit haklar için mücadele ettiğini fakat LGBTİ+’lar söz konusu olduğunda daha geride bir tablonun var olduğuna dikkat çekti ve “Her alanda yok sayılan, kriminal hale getirilen, bir şiddet unsuru şeklinde nefret ve ayrımcılıkla saldırılan bir özneden söz ediyoruz” ifadelerini kullandı.
6 Şubat Depremini hatırlatan Erdoğan, “LGBTİ+lar depremi bile farklı yaşıyor” dedi. Bu dönemde LGBTİ+ların depremin üstüne farklı dışlayıcılıklarla mücadele etmek zorunda kaldığını hatırlatarak, çadırdan yararlanamadıklarını, kuyruktan dışlandıklarını, yemek alma sisteminden uzaklaştırıldıklarını söyledi.
Tüm bu nedenlerle LGBTİ+ topluluğunun belki de toplumda ‘kolayca vurulabilecek’ bir kesimi olarak görülebildiğini fakat tam tersinden, böyle dönemlerde farklı kesimlerin farklılıklarını bir kenara bırakarak dışlayıcı politikalarla nasıl mücadele edebileceklerine yönelik ortaklıklar geliştirebildiğini de söyledi. Birlikte oluşturulan bu mücadele alanlarının nasıl genişletilebileceğine dair birlikte düşünmek gerekliliğine vurgu yapan Erdoğan, bu çabanın her geçen gün karşılık bulduğunu görmenin de motive edici olduğunu söyledi.
Son olarak ise sorular üzerine yerelde ve özellikle Fethiye gibi küçük ve “herkesin herkesi tanıdığı” kentlerde LGBTİ+’ların örgütlenmelerinin önündeki zorluklar ve çözüm yolları ele alındı.
Erdoğan bu noktada sürekliliğe işaret etti. Herkesin örgütlenmenin ne kadar gerekli olduğunu yeterince hissedemeyebileceğini, bu noktada yalnızca iletişim kurmanın, bir arada olmanın kendisinin dahi iyileştirici olabileceğine dikkat çekti. Hem sürecin hem de sürekli bir şiddet diliyle baş etmenin yorucu olabileceğini, fakat tüm bunlarla mücadele etmenin yolunun da “ısrarla devam etmek”ten geçtiğini söyledi.
KOLAJ ATÖLYESİ DÜZENLENDİ
Panelin ardından ise katılımcılarla kolaj atölyesi düzenlendi. Üretim süreci ve ortaya çıkan eserlerden bazıları şu şekilde:











ONUR AYI VE ONUR YÜRÜYÜŞÜ NEDİR?
Onur Ayı, dünya genelinde Haziran ayında kutlanan ve LGBTİ+ bireylerin hak mücadelesini, görünürlüğünü ve dayanışmasını simgeleyen bir dönem.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) New York şehrinde 28 Haziran 1969’ta Stonewall Inn adlı bir barda, LGBTİ+’lar tarafından bir polisin uyguladığı baskı ve şiddete karşı çıkılması, ayaklanma ve eylemlilik sürecine dönüştü.
Ardından, New York’ta tam bir yıl sonra ilk Onur Yürüyüşü gerçekleşti.
Türkiye’de ise Onur Yürüyüşü ilk kez 1993 yılında yapılmaya çalışıldı fakat Taksim’de yapılması planlanan yürüyüş, İstanbul Valiliği tarafından ‘‘Örf ve adetlerimize, toplumumuzun değer hükümlerine aykırı’’ olduğu gerekçesiyle yasaklandı.
1993 yılında engellenen Onur Yürüyüşü, 29 Haziran 2003’te ilk kez yaklaşık 40 kişiyle gerçekleştirildi.
21’inci Onur Haftası etkinlikleri sonunda düzenlenen 11’inci Onur Yürüyüşü, Gezi Parkı Direnişi’nin de etkisiyle 30 Haziran 2013’te Türkiye’de gerçekleşen en kalabalık Onur Yürüyüşü oldu.
23’üncü Onur haftası kapsamında, 28 Haziran 2015’te gerçekleşen 13’üncü Onur Yürüyüşü Ramazan ayı gerekçe gösterilerek yasaklandı ve polis tarafından yürüyüşe katılanlara biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edildi.
LGBTİ+’ların etkinliklerine yönelik yasaklama ve kısıtlayıcı kararlar, 2015’ten itibaren artmış durumda.
2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesi kapsamında ise Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı genel müdürlüklere ve 81 ilin müdürlüğüne “Toplumsal cinsiyet ve bazı kavramların kullanımı hk.” konulu, LGBTİ+’ların hedef alındığı bir yazı gönderildiği ortaya çıktı.