Datça Kadın Platformu’nun çağrısıyla kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Muğla’nın Datça ilçesinde bir dizi etkinlik ile yürüyüş düzenledi ve basın açıklaması yaptı. Açıklamada; “Yarattığınız cehenneme tutsak olmayacağız” denildi.
Haber: Piray Akarer
Muğla’nın Datça ilçesinde, Datça Kadın Platformu tarafından 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında çeşitli etkinlikler düzenlendi.
19 Kasım’da başlayan etkinliklerde, “Kadınların Sözü Var” döviz ve pankart atölyesi düzenlendi. Ardından 21 Kasım’da “Kadına Yönelik Şiddete Son” adlı Filmmor belgeseli gösterimi yapıldı.
22 Kasım’da “ERK-ek Şiddetine Karşı Güçlenme ve Dayanışma” başlıklı bir panel gerçekleştirildi.
Panelde Fatma Vargün, “Şiddetin türleri ve mücadele yolları”; Psikolog Gizem Deniz Şahin, “Şiddete maruz bırakılan kadınlar için psikolojik” ilk yardım konulu sunumlarını yaptı. Datça Feminist Tiyatro Kolektifi, 23 Kasım’da “Kadın Oyunları” adlı tiyatro oyununu sahneledi.
Etkinlikler, 25 Kasım günü Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde gerçekleşen söyleşiyle devam etti.
Kadın Hareketi aktivistlerinden Gaye Cön’nün katıldığı söyleşide, şiddet, derin yoksulluk ve kadınların görünmeyen emeği gibi konulara değinildi.
Bununla birlikte; 25 Kasım saat 17:00 dan itibaren Datça Demokrasi Evi’nde toplanan kadınlar, ellerinde pankartları ve sloganları eşliğinde Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüdüler.
Burada Datça Kadın Platformu ve Kadın Meclisi adına basın açıklaması yapan Nurşen Sönmez; Muğla’da, erkekler tarafından işlenen kadın cinayetlerine, cinayetlerin dışında kadına yönelik diğer şiddet biçimlerine ve erkek egemen devletin kayyum politikasının da kadınlara yönelik bir şiddet biçimi olduğuna vurgu yaptı.
“SADECE MUĞLA’DA 9 KADIN ÖLDÜRÜLDÜ”
Basın açıklamasında; Türkiye’de artan kadın cinayetleri şu şekilde ifade edildi:
“Her gün kadınlar öldürülüyor. Üstelik kadınlar en yakınındaki erkekler; koca, baba, erkek kardeş, sevgili tarafından öldürülüyor. Bu yıl son 4 yılın en yüksek kadın cinayeti sayısını gördük. 411 kadın cinayeti, şüpheli kadın ölümleri hariç. Sadece Muğla’da 9 kadın öldürüldü.”
Datçalı kadınlar, açıklamalarında erkek şiddetinin, fiziksel, ekonomik, psikolojik, cinsel, dijital, flört şiddeti ve ısrarlı takip gibi farklı şiddet türlerini vurguladı.
Açıklamada, kadına yönelik şiddetin politik bir sorun olduğunu ifade ettiler. Kadınlar, kadını koruyan yasaların kaldırılması ve kadına yönelik şiddetin cezasızlığının failleri cesaretlendirdiğini belirttiler.
Kadına yönelik şiddetin geldiği noktanın “cins-kırım” olarak tanımlayan Datçalı kadınlar, erkek şiddetine karşı mücadelenin yükselmesi gerektiğini ifade etti.
“HER ALANDA VAR OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
Datçalı kadınlar, dayanışmayla güçlenerek haklarını ve varlıklarını savunmaya devam edeceklerini, şu şekilde ifade etti:
“Çaresiz değiliz! Zayıf değiliz! Güçsüz değiliz! Gücümüzü kız kardeşlerimizden alıyoruz. Gücümüzü Ahu Deryai, Mahsa Amini, Mirabel Kardeşler ve tüm kadınlardan alıyoruz. Üreten, hayatı yaratan biziz! Her alanda var olmaya devam edeceğiz. Yarattığınız cehenneme tutsak olmayacağız. Sistematik olarak kadınları korumak için konulan yasaları kaldırmanıza, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanıza, 6284’ü uygulamamanıza sessiz kalmayacağız.”
“KADINLAR KAYYIMA HAYIR DİYOR!”
Datçalı kadınlar, farklı bölgelerde yapılan kayyum atamalarına şu şekilde tepki verdiler:
”Geçtiğimiz hafta Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti’den sonra, Tunceli ve Ovacık belediyelerine de kayyım atandı. Kayyım halk iradesinin gasp edilmesidir. Kayyımlar kadınlar için daha fazla baskı, daha fazla yoksulluk demek, hem de tüm kayyımların üç dönemde de ortaklaştığı nokta kadın kurumlarını kapatmak olmuştur. Kadınlar kayyıma hayır diyor!”
Datçalı Kadınlar, açıklamalarının sonunda şu ifadeleri kullandı: “Sevgili kız kardeşim, sen yoksan eksiğiz! Gücünü gücümüze kat. Asla yalnız yürümeyeceksin! Asla yalnız yürümeyeceğiz!”
Yürüyüş öncesi Datça Kadın Platformu’ndan Emrah Kırımsoy ve Nurşen Dönmez, Piray Akarer’in sorularını yanıtladı.
Kırımsoy, 25 Kasım dolayısıyla Datça’da düzenlenen etkinlikleri şu şekilde aktardı:
“Datça Kadın Platformu ve Datça Kadın Meclisi, 25 Kasım vesilesiyle kadına yönelik şiddetin ne kadar vahim sonuçları olduğunu ve ne kadar yaralayıcı olduğunu tekrar gündemleştirmek için kolları sıvadı. İnatla, isyanla ve ısrarla erkek dünyada kadınlara yönelik şiddetin asla ama asla kabul edilemez olduğunu tekrar haykırdık hep birlikte. Bu etkinlikler hem bir döviz ve pankart atölyesiyle sözlerimizi büyütmek, hem pazarda 25 Kasım’a davet etmek, hem bir taraftan 25 Kasım vesilesiyle kadına yönelik şiddetin nedenleri, türleri ve birlikte dayanışma, mücadele yolları hakkında sohbetlenmekle ilişkili panel de içerdi.”
“BU DAYANIŞMAYI BÜYÜTMEK İÇİN HEPİMİZ YOLLARA DÜŞTÜK”
Kadınların 25 Kasım’da yan yana geldiklerini ve birbirlerini güçlendirdiklerini belirten Kırımsoy, şöyle devam etti: “Bugün de yollara düşüp bu inadımızı, ısrarımızı haykıracağız hep birlikte. Ne işe yaradı, ne işe yarıyor derseniz: Kadınlar yan yana geliyor, asla yalnız olmadıklarını öğreniyor, güçleniyor ve birbirimizi güçlendiriyoruz. Örneğin; panelden sonraki aktarımlarda da aslında kadına yönelik şiddetin her birimizin hayatında önemli izler bıraktığını tekrar hissettik, yaşadık. Bu paylaşımlarla aslında birbirimizin yaşadıklarından haberdar olduk ve bir daha birbirimizi asla yalnız bırakmayacağımızı tekrar hatırladık ve bu dayanışmayı büyütmek için hepimiz yollara düştük. Kadın dayanışmasını büyütmeye devam edeceğiz.”
Dönmez ise; panelde, şiddete uğrayan kadınlara psikolojik olarak nasıl ilk yardım yapılabileceğini, nelerin yapılmaması gerektiğini öğrendiklerini belirtti.
“ÖNEMLİ BİR ADIM ATTILAR”
Datça Demokrasi Platformu’ndan erkeklerin, 25 Kasım için imzaya açıkları bildiriye değinen Kırımsoy, kadına yönelik şiddetin aslında erkeklerin sorunu olduğunun anlaşılması konusunda önemli bir adım atıldığını ifade ederek, şu ifadelere yer verdi:
“Datça Kadın Platformu, Datça Demokrasi Platformu’nun bir bileşeni ve 25 Kasım hazırlıkları ile ilişkili zaten gündemleştirme çalışmalarını Platform’da da dile getirdi. Bu sırada Platform’un erkek paydaşları da kadına yönelik şiddetin tırnak içerisinde kadınların sorunu olmadığını, erkeklerin de aslında şapkalarını önüne koyup uzunca derince düşünmeleri gerektiğinden hareketle erkekliklerini sorgulamaya ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda dayanışmayı büyütmek için bir metin hazırladılar. Bu metni de öncelikle bugün imzaya açtılar, Platform içerisinde ve belli bir süre sonra platformun dışındaki örgütlenmeleri de paylaşacaklar ve aslında bir şekilde bu sorunun sadece kadınların değil, kadınlara şiddet uygulayan erkeklerin sorunu olduğunun altını çizmeleri konusunda önemli bir adım attılar.”
Datça Demokrasi Platformu’ndaki erkekler tarafından imzaya açılan bildiri ise, şu şekilde:
25 Kasım ve ‘erkekliğimiz’
25 Kasım Kadına yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nü bu yıl da pervasızca işlenen kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddet ve taciz tecavüz vakalarının dayanılmaz ağırlığı altında karşılayacağız. İstatistikler korkunç, ‘hava kurşun gibi ağır’ kadınlar açısından. Onlar bu ağır ortama rağmen canhıraş bir şekilde direniyorlar, ölülerine, dirilerine sahip çıkıyorlar, yaralarını sağaltmak için bir araya geliyorlar, yetinmiyor ülkenin en canlı, en kitlesel demokratik muhalefet odağını oluşturuyorlar.
Peki biz ‘erkek’ler! Biz sorunun neresinde duruyoruz? Sorun derken kadın sorununun değil ‘erkek’ sorununun neresindeyiz? Katil, tecavüzcü, tacizci ve dahası bütün toplumsal ve siyasi ortamlarda bol ayrıcalıklı ‘fail’ erkekler, neredeyiz? Seyirciyiz dersek abartmış mı oluruz? Mesele tek tek ‘iyi’ sıfatını kendimize yakıştırarak, ama ‘biz o erkeklerden değiliz’ diyerek aradan sıyrılmaya mı çalışıyoruz? Yok öyle yağma diyor, kadınlar ve bütün o ‘erkekliğimiz’den mağdur olan ‘öteki’ler. Siz diyorlar her biriniz ‘erkek egemen’ düzenin bir taşıyıcısı ve parçasısınız. Kim diyebilir haksızsınız?
Asırlardır parçası olduğumuz erkek egemen düzenin, bize sağladığı bütün ayrıcalıkları çocukluğumuzdan itibaren, okulda, siyasette, ailede işyerinde, emek dünyasında tepe tepe kullanan biz erkeklerin, erkekliğimizle yüzleşmesinin, hesaplaşmasının zamanı gelmedi mi?
Biz, muktedir erkekler; fabrikada işçi, evinde patron, emniyette işkenceci, yuvasında şefkatini öfkeyle gösteren bir baba, üniversitede asistanını taciz eden akademisyen, gazetede eşitlikçi yazılar barda herkese “yazan” gazeteci, plazada reklamcı, vadide bankacı, gözü toprakta eli her yerde genç/yaşlı erkek. Kendini var etmek ve güçlü hissetmek için evde, toplu taşıma araçlarında, gecelerin karanlığında, işyerlerinde ezmek, sindirmek, taciz etmek için fırsat kollayan, iktidar gücüyle muktedir olmaya çabalayan biziz. Biz erkekler, sizin bildiğiniz erkekler!
Kadınlara, LGBTİ+’lara, çocuklara, başta hayvanlar olmak üzere canlılara yönelen şiddetin, sapıklık, hastalık hali, arızi, istisnai, kendini bilmezlik, vahşilik, barbarlık, medeniyet yoksunluğu, görgüsüzlük, terbiyesizlik, eğitim ya da bilinç sorunu gibi terimlerle, açıklanabilecek bir olgu olmadığını; aksine eşitlikçi toplulukların tasfiyesinden bugüne, farklı biçimler ve yoğunluklar gösterse de erkek egemen toplumun en temel göstergesi olduğunun ne zaman farkına varacağız?
Bu anlamda, sözüm ona insanı temel aldığı iddiasıyla, nihayetinde “kadının kadın, erkeğin erkek” olduğu varsayımıyla önemli olanın insanlık olduğunu ileri süren, giderek erkeklerin fail olduğu her şeyi testosterona bağlayarak doğallaştırma girişimini kesinlikle reddediyoruz!
Bugün, içinde yaşadığımız bu ülkede, en başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere, erkekliğin erkek saymadığı, erkekler de dahil olmak üzere, her kesimden canlıya yönelen şiddet, özellikle kadınlar ve LGBTİ+’lar söz konusu olduğunda apaçık bir savaş durumudur. Kadınlara yönelik bu katliam artık apaçık bir cinskırımdır!
Ayrıca, kamu gücü ve otoritesini kullanan eril failler tarafından, işledikleri eril suçlular korunup kollanmakta, ‘tutku derecesinde aşırı sevgi’ ya da ‘çek takım elbiseyi, tak kravatı al indirimi’ olaylarıyla sık sık karşı karşıya kalmıyor muyuz?
Hukuksal düzen, yani yasa yapıcı da, uygulayıcısı da cinskırım savaşına dönüşmüş bu şiddeti çeşitli biçimlerde hem görmezden gelirken, siyasal düzen ise bununla yetinmeyip belirli ölçüler ve sınırlar içinde kadınlar için görece güvence olarak kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nden kendi attığı imzayı geri çekmiştir.
Biz erkekler İstanbul Sözleşmesine geri dönülmesini savunurken, 6284’ün uygulanmasını ve bununla yetinilmeyip, çocuk istismarcılarına karşı af getirilmesi girişimlerine ve istismarcıları teşvik eden çocukluk yaşının daha da düşürülme girişimlerine kesinlikle direnmek zorunda değil miyiz?
Ayrıca biz erkekler siyasal, ekonomik, hukuksal ve toplumsal düzeylerin tümünde, kadınlar ve erkekliğimizin bütün öteki mağdurları için pozitif ayrımcılığı savunmak zorunda değil miyiz? Biliyoruz ki; hiçbirimiz “erkek” olarak doğmuyoruz, erkek oluyoruz! Biz erkekler için mücadele alanı ‘kadın’ sorunu değil, erkeklik halleri/sorunu olmak zorunda değil midir?
Dahası kendimize şu soruları soruyoruz: erkek egemen düzene, nasıl bağlanıyoruz, bunlarla nasıl bütünleşiyoruz, eril iktidar şebekesinin parçası haline nasıl geliyoruz/getiriliyoruz; özetle erkekler olarak bu erkek egemenliğinin nasıl ve niçin itaatkar köleleri haline dönüştürülebiliyoruz? Nasıl kapitalist-emperyalist sistemin savaşlarının ve militarizminin en temel gücü olabildik? Yani ‘erkekliğimiz’ nasıl oldu da savaşlar ve militarizmin de taşıyıcısı, üreticisi, sürdürücüsü haline geldi!
Erkekler olarak en başta kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lara yönelik şiddete karşı farkındalık geliştirmek, yaratmak ve bu şiddetle mücadele etmek isteyen, kendisini erkek/erkeklik dünyasının bir parçası ve eril sistemin paydaşı kabul eden tüm çeşitliliğiyle erkeklerin gönüllü birlikteliğini yaratmak ve bu alanda kadınların ve bütün ‘öteki’lerin mücadele alanına katılmak zorunda değil miyiz?
Bizler, erkekler olarak kadınlar ve erkek egemen düzenin tüm ötekileriyle birlikte eşit ve özgür bir yaşamın mümkün olabilirliği hayalini savunmak zorunda değil miyiz?
Bu ağır yükü mağdur ettiklerimizin omzundan kendi sırtımıza almanın, paylaşmanın gecikmiş ama ertelenemez bir dönemecindeyiz, açık ki! Gün erkekliğimizden özgürleşme için yola çıkma günü.
25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE GÜNÜ NEDİR?
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, kadınlara yönelik şiddete dikkat çekmek, farkındalık yaratmak ve bu şiddetin önlenmesi için adımlar atılması gerektiğini vurgulamak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ilan edilen bir gün.
25 Kasım’ın tarihi önemi ise şu şekilde: 25 Kasım günü, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo rejimine karşı mücadele eden ve Mirabal Kardeşler olarak bilinen üç kız kardeşin (Patria Mercedes Mirabal Reyes, María Argentina Minerva Mirabal Reyes, Antonia María Teresa Mirabal Reyes) tecavüz edilerek öldürüldüğü gün.
Mirabal Kardeşler, bu dönemde rejim tarafından kadın haklarının sembolü haline geldi. Trujillo diktatörlüğüne karşı Clandestina isimli gizli bir örgüt kuran kardeşler diktatörlük tarafından düşman ilan edildi ve Trujillo bir konuşmasında, “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” dedi.
Bu konuşmadan kısa bir süre sonra ise üç kız kardeş bir trafik kazası sonucu hayatlarını kaybetti. Fakat daha sonra bunun bir kaza olmadığı, öldürülmeden önce Mirabal kardeşlere işkence edildiği ortaya çıktı.
25 Kasım ilk olarak 1981 yılında Kolombiya’nın Bogoto şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karaipli Kadınlar Kongresinde, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi. Ardından, 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından resmi olarak kabul edildi.