Muğla’nın Fethiye ilçesindeki Söğütlü Mahallesi’nin tek su kaynağını HES’e vermek istemeyen köylülere destek olmak amacıyla siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri dün (19 Ağustos) basın açıklaması yaptı. Açıklamada, yaşam alanlarına sahip çıkan yurttaşlara birleşik mücadele çağrısında bulunuldu.
Haber: Hülya Çetinkaya – Burak Necip Başar
Muğla’nın Fethiye ilçesine bağlı Söğütlü Mahallesi’nde, köylerinin tek su kaynağının Fethiye Sulama Birliği ile tahsis dolayısıyla Akfen Holding’e ait Sekiyaka 2 Hidro Elektrik Santrali’ne (HES) ve HES’ten geçen suyun Seydikemer ilçesindeki köylere ulaştırılmasına karşı mücadele eden köylülere 9 Ağustos’ta jandarma ekipleri müdahale etmişti.
Sekiz köylü darbedilerek ve ters kelepçe ile gözaltına alınmış, gözaltına alınanlardan bir kişinin ise kafasında açılma meydana gelmişti.
Siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri dün (19 Ağustos) saat 16.00’da Söğütlü’de köylülerle bir araya geldi.
“YANGIN ÇIKARSA SÖNDÜRECEK SUYUMUZ YOK”
Sularının bölümesinin ardından yaşadıkarını anlatan köylüler su kıtlığı yaşadıkalrı dile getirdi ve “Yangın çıkarsa söndürecek suyumzu yok” dedi.
Gözaltına alınmayı ve jandarma ekiplerinin müdahalesine maruz bırakılmayı haketmediklerini söyleyen köylüler, Seydikemer Muhtarlar Birliği Başkanı’nın kedilerini tehdit etmesine rağmen kendilerine zorbalık uygulandığını söylediler. Yetkililerin, maruz kaldıkları tehdit konusunda herhangi bir işlem yapmadığına dikkat çeken köylüler, “Eğer bu tehditi bu vatandaşlardan birisi yapsaydı Eşen’i bulurdu şimdiye kadar” dedi.
Sendika ve STK temsilcilerinden Selçuk Arda ise dayanışma vurgusu yaptı. Söğütlü’ye birçok kurumu temsilen geldiklerine dikkat çerekerek, köylülerin yaşadığı bu sorunu sahiplerindiklerini vurguladı ve “Böyle bir konu, tesadüfe bırakılacak, birilerinin isafına bırakılacak bir konu değil” dedi.
HES Müdürü tarafından “Size kelepçe vurdururum” şeklinde tehdit edildiklerine işaret eden köylüler, Muğla Valiliği’nin konunun HES’le ilgili olmadığı yönündeki açıklamalarının ise gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Ardından, Söğütlü Mahallesi’nde saat 18.00’de basın açıklaması yapıldı. Grup adına basın açıklamasını; Eda Sheldon, Nuray Pektaş, Öztürk Akın, Ayşin Ragıpoğlu okudu.
Açıklamanın başında şu ifadelere yer verildi:
“Ülkemizde şiddeti gittikçe artan; kıyı, orman yağmalarının bir başka tezahürü Söğütlü’nün yaşam kaynağı Bozluca Deresi’nde yaşanıyor. Küresel ısınma, dere yatakları üzerinde yapılan plansız çalışmalar, su kaynaklarını yalnızca birer enerji deposu olarak gören HES projeleri gibi pek çok nedenle azalan su kaynakları, artan nüfusun tarımsal ve günlük su gereksinimlerini karşılayamaz hale getirmiş durumda.”
Açıklamada yıllarca komşu köylerin arasında adil şekilde paylaşılan ve her birine yeten su kaynaklarının artık paylaşılmaz hale gelmesi ve yerini kavgalara bıraktığı belirtildi.
“İŞ MAKİNESİ İLE SUYUN HAKSIZ YÖNLENDİRİLMESİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ”
Seydikemer Kaymakamlığı tarafından Bozluca kaynağında 3091 sayılı yasanın uygulanması ile suyun paylaştırılması HES’e yönlendirilmek istenildiği ifade edilen açıklamada, “Söğütlü Mahallesi halkı karşı çıkarak günlerdir gece gündüz nöbet tuttu direndi. Hepimizin gözleri önünde kolluk kuvvetlerinin sert müdahalesi, halkın bölgeden uzaklaştırılıp darp edilerek gözaltına alınması, iş makinesi ile suyun haksız yönlendirilmesi gerçekleştirildi” denildi.
Açıklamada, sosyal medya hesaplarında görülen Fethiye ilçesinin suyunu kesmek ile tehdit edilmesine ilişkin hiçbir kurumun suç duyurusunda bulunmadığı hatta tepki bile verilmediği söylendi.
“BÖLGENİN İKLİM ÖZELLİKLERİNİN BU İŞLEMDEN NASIL ETKİLENECEĞİ DE MALUMUN İLANI”
Yöre halkının suyun kendilerine yetmediği ifade edilen açıklamada, “DSİ’nin çözümü ise dozerleri dere yatağına sokup yönünü değiştirmek oluyor. Suyun doğal akış yönünün hiçbir bilimsel çalışma yapılmadan, yöre halkının talepleri dinlenmeden değiştirilmesinin sorunu çözmek yerine yeni sorunlara yol açacağı aşikâr. Dayanaksız Yapılan bu işlemin yöre halkının talepleri kadar önemli olan bir başka yanı ise suyu kullanan hayvanların, bitki örtüsünün ve bölgenin iklim özelliklerinin bu işlemden nasıl etkileneceği de malumun ilanı” sözleri kullanıldı.
Söğütlü Mahallesi’nde yaralama ve gözaltılarla sonuçlanan olaylara değinilen açıklamada, “Bu gelişen süreç Fethiye’de bulunan oda, sendika, demokratik kitle örgütü, siyasi parti temsilcilerinin katılımıyla yapılan toplantıda yürütülen hukuksal mücadeleden avukatlar aracılığı ile bilgi edinilmiş, nedenleri ile birlikte değerlendirilmiştir” denildi.
“SULAR ÖZGÜR BİÇİMDE AKTIĞI ORANDA YAŞAMA KAYNAKLIK EDEBİLİR”
Açıklamada, suyun tüm canlıların ortak kullanımında olduğu ve ticarileşmesine karşı çıkılması gerektiği ifade edildi.
Suyun yerkürenin yaşam kaynağı olduğunu ve her canlının suya erişme hakkı olduğu ifade edilen açıklamada, “Sular özgür biçimde aktığı oranda yaşama kaynaklık edebilir. Yani su yaşarsa yaşatır. Bu nedenle suyun da yaşama ve varlığını sürdürme hakkı vardır. Bu hak canlı yaşamın sürdürülebilmesinin koşuludur” belirtildi.
Su, orman, hava, deniz ve kıyılar mülkiyet, kullanım temelli değerlendirilmemesi gerektiği söylenen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
“Doğanın ve tüm canlıların ortak sahipliğindedir kamunun ortak değerleridir. Varlıkların, hakların, imtiyazların toplumun belirli kesimleri elinde sınırlandırılması anlayışına karşı, toplumu oluşturan herkesi kapsayacak biçimde genelleştirilmesi, yaygınlaştırılması kamunun ortak değerlerini yansıtır.”
Türkiye’nin doğasının kamu adına toplum yararına kullanılması ve korunması devletin bir görevi olduğu belirtilen açıklamada, öte yandan şu ifadeler kullanıldı:
“Ancak geldiğimiz aşamada kazandığı karakteri gereği artık devletin kamu adına bu kullanımı ve dağıtımı yerine getiremeyeceği aşağıdaki örneklerde görüleceği gibi ortadadır. Bunun yansımalarını devlet gücünü kullanan kurum ve DSİ gibi kuruluşların tutumlarında da görebilmekteyiz. Yurttaşlarımızda bunu hissetmekte ve yaşamaktadırlar.”
“SU, KAPİTALİST SİSTEM İÇİNDE SÜRECİNİN BİR PARÇASI HALİNE GETİRİLMİŞTİR”
30 yıldır canlı yaşamın yok edilmesi göze alarak Dünya Bankası desteğinde suyun fiyatlandırılmasına ve ticarileşmesine dönük politikalara dayatıldığı belirtilen açıklamada, “Ekolojik döngüler sayesinde yok olmayan su, kapitalist sistem içinde ekolojik dengeleri alt üst etmek dahil kıt bir kaynağa dönüştürülerek, ticari bir mal (meta)haline, sermaye birikim sürecinin bir parçası haline getirilmiştir” denildi.
Açıklamada ayrıca şu ifadeler kullanıldı:
“Dünya Bankası kredi anlaşmalarının önkoşulu olarak su hizmetlerinin ticarileştirilmesi için gerekli yapısal düzenlemelerin yapılmasını şart koşmaya başlamış, Avrupa Birliği (AB) müzakerelerinde de ‘suyun ticarileştirilmesi su hizmetlerinin özelleştirilmesi ve buna uygun hukuki ve yönetsel değişikliklerinin yapılması’ da önemli bir yer tutmuştur. “
“ÜRÜN DESENİNİ BELİRLEME YETKİSİNİ DE SU BİRLİĞİ YÖNETİMİ’NE VERMİŞTİR”
8 Mart 2011 de kabul edilen 6172 sayılı Sulama Birlikleri Kanunu’ndan bahsedilen açıklamada, “DSİ’nin görevlerini sınırlandırmış, sermayenin yer altı ve yerüstü su kaynaklarının yönetimi ve sorumluluğunu ele geçireceği sürecin önü açılmış ‘Su Birlikleri Yasası’yla da, her üyenin bir oy hakkının olduğu sistemi değiştirmiş, Bu yasaya göre arazisi büyük olan beş oya kadar oy kullanabilmektedir” denildi.
Açıklamada, yasa nedeniyle küçük arazi sahiplerinin birlik yönetimini belirleme şansının kalmadığı ifade edildi. Suyun kullanımı ve ürün desenini belirleme yetkisini yurttaşlardan aldığını ve Su Birliği Yönetimi’ne verdiği ifade edildi.
Tarım topraklarını yok eden, suları kirleten her türlü enerji santralli yatırımlarına teşviklerin verildiği ve özel şirketlere bu alanda haklar tanındığı söylenen açıklamada, şu sözlere yer verildi:
“Öyle ki, hukuksuzluğu defalarca mahkemeler tarafından ifade edilmesine ve Danıştay ile Yargıtay’ın bozma kararları vermesine rağmen ‘Acele kamulaştırma’ kararları vererek özel şirketlerin köylülerin topraklarını ve kullandıkları suları devlet eliyle gasp etmesini sağlamıştır. HES projelerine destek vererek şirketlerin akarsuları hapsetmesine yardımcı olmuş, canlıların ise suya erişimini engellemiştir.”
“KÖYÜN ÜZERİNE KAYITLI NE VARSA EL KOYULMUŞ, ÖZELLEŞTİRMEYE AÇILIP SATIŞLARINA BAŞLANMIŞTIR”
2012 yılında çıkarılan ‘Büyükşehir/Bütünşehir Yasası’na atıfta bulunulan açıklamada, yasa nedeniyle 16 bin köyün tüzel kişiliğinin değiştirildiği bütün mal varlıklarına ortak kullandıkları yaylak, otlak ve meralarına, içme suyu kaynaklarına köyün mülkü olan tarla, düğün salonu, kahvehane el koyulduğu ve özelleştirmeler ile satıldığı belirtildi.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Türkiye genelinde bin 273 adet doğal SİT alanı hakkında başlattığı ekolojik yeniden değerlendirme sistemine atıfta bulunulan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Doğal ve kültürel varlıklarımızı koruyan mevzuata ülke kalkınması önündeki lüzumsuz bir engel gözüyle bakıldığının tipik bir örneğidir. Kıyı Kanunu’ndaki değişiklikler, Mera Kanunu’ndaki değişiklikler, ÇED yönetmeliklerindeki değişiklikler, Maden Kanunu’ndaki değişiklikler, Afet riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, Varlık Fonu Kararnamesi gibi birçok örnek verilebilir”
Bütün yaşam alanlarının yurttaşların, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan korur hale geldiği ifade edilen açıklamada, “Türkiye’nin birçok yerinde uygulanan bu ekolojik yıkım politikalarına karşı aktif direnişler gerçekleştirmiş günümüzde de gerçekleştirmektedir” denildi.
HES projeleri ile ormanlara ve derelere zarar verildiği belirtilen açıklamada, “Özgür akan derelerimizin suyu borulara hapsedildi, oluşan inşaat alanlarında ormanlarımız betonla kaplandı. HES’ler önemli bir enerji açığını kapatmadığı gibi doğayı tahrip etti, özellikle Karadeniz’de ekosisteme ağır zarar verdi. HES şirketlerinin su kullanım hakkını elde ederek ve elektrik satarak kar etmeleri temel hedef oldu. Bilinmelidir ki Fethiye de yaşama geçenler yanı sıra bilinen yaklaşık 30 HES projesi sırada beklemektedir” ifadeleri kullanıldı.
“YAŞAM ALANLARIMIZA YAPILAN BÜTÜN BU SALDIRILARA HUKUKİ BİR KILIF YARATILDI”
Kar amaçlı girişimlerin, rant ve yatırımlar adı altında ormanların talan edildiği söylenen açıklamada, ”İnşaat, maden, enerji projeleri ormanlık alanlarımızı azalttı. Anayasaya ve uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı olmasına karşın çıkarılan 6745 Sayılı Kanun’un 80. maddesi ile kentlerimize, doğaya, yaşam alanlarımıza yapılan bütün bu saldırılara hukuki bir kılıf yaratıldı” denildi.
Yaşanan süreçlerle yurttaşların devlet kurum ve kuruluşlarının tutum ve karar alış süreçlerine güvensizlik yarattığı ifade edilen açıklamada, “Kendisi doğrudan zarar görmediği konumda sessiz kalmasına yol açmaktadır. Zarar göreceğini kavradığı anda ise mülkiyet, sahip olma gibi faydacı bir yaklaşım içine girmelerine neden olmaktadır” ifade edildi.
Açıklamada, komşuluk ilişkileri yardımlaşma paylaşım gibi değerlerin zarar gördüğü belirtilen açıklamada, “Tarafgir tutumlar Söğütlü, Söğütlüdere, Çayan, Paşalı, Ortaköy mahallelerinin yurttaşlarının birbiri ile çatışmasına, davalı olmasına yol açan süreci açığa çıkarmaktadır” ifadelerine yer verildi.
“YAŞAM ALANLARINA SAHİP ÇIKANLARI BİRLEŞİK BİR MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ”
Açıklamada, derelerin ve nehirlerin sadece tarımsal sulama için enerji kaynağı olarak var olmadığını ayrıca tüm canlıların ortak kullanımında olduğunu bu yüzden suyun hapsedilmemesi gerektiği ifade edildi.
Suyun ekonomik kullanılması, adil paylaşılması ve su yönetim politikası uygulanması gerektiği belirtilen açıklamada, “Canlıların suya erişim haklarının yasalarla güvence altına alınmasını bu amaçla suyuna, kentine, doğasına, tüm yaşam alanlarına sahip çıkanları birleşik bir mücadeleye çağırıyoruz” denildi.
Son olarak açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Bizler devletin kurum ve kuruluşlarının ortaya koymuş olduğu tutumun gözlem ve takipçisi olacak kamu yararı içermeyen her kararın karşısında olacağımızı ve hava, su, toprak kadar yaşamsal bulduğumuz demokrasi taleplerinde yöre halkı ile dayanışmaya, destek olmaya çalışacağız.”