Yeşilüzümlü ve yöresinde savunma kazanımları 2015 – 2025
Karagedik’ten Yeşilüzümlü’ye taşınmak istenen, 11.230 hektarlık ruhsat alanının en uç ve ilgisiz noktasıan kondurulmuş krom konsantre tesisine için verilen “ÇED gerekli değil” kararına yönelik açtığımız davayı, lehimize Danıştay’dan döndükten sonra yeniden görülen Muğla İdare Mahkemesinde kazandık. Bu süreç bir an durup durumumuza bakma hissi verdi. Bu yazıda bu duyguyu paylaşmak istedim. Verileri, olguları içeren ikinci yazı da yolda.
Yine bir gün Üzümlü havzasındaki çevre davalarımızdan konuşuyorduk. Görüşlerine değer verdiğim, her zaman parlayan umut ışıklarından beslendiğim, ruhuma ufkuma iyi gelen iki hocamla çay ve sohbet için buluşmuştuk. Haliyle sormuşlardı. Gelişmeleri anlattıktan sonra, bunları yazmalısın dediler. Fikir o anda aklıma düştüğünden beri ara ara içeriği üzerinde düşündüm. Düşündükçe de heyecanlandım. Unuttuğum anıları, olayları hatırladım. Ne kadar çok dava kazanmışız. Ya da; ne kadar çok madencilik projesi onayı verilmiş yöremize. Takip etmesek haberimiz olmasa ne kadar çok taş ocağı, krom ocağı işleme tesisi olacakmış bu güzelim havzada.
Belki sonda söylemek lazım, ama ben diyeceklerimin özünü şimdiden yazacağım:
Çok dava kazandık. Ama hiçbir zaman çok destekleyenimiz olmadı.
Hepimizin işi gücü var, köylük yerde iş biter mi? Ama yeni bir “ÇED gerekli değil” kararı çıktığında herkes işini gücünü bıraktı geldi. Toplandık, değerlendirdik. Hatta hasret giderdik. Makul olmayan “ÇED gerekli değil” kararlarına açılan davaların oluşturduğu ritim, bizim de görüşme ritmimiz oldu.
Paramız hiç olmadı. Zaman zaman dava giderleri ile ilgili zorunlu masraflar oluşunca aramızda paylaşarak çözdük. Avukatımıza hiç ödeme yapamadık ya da çok az yapabildik. O da hiç vazgeçmedi, geri durmadı, canla başla çalıştı.
Zaman içinde katılım giderek azaldı. İnsanların işi çoğaldı ayıracak zamanı kalmadı. Bizim de yoktu oysa ki. Belki bazıları yapacak bir şey yok, nasılsa yaparlar deyip uğraşmadı ya da bazıları nasılsa bununla uğraşanlar var ben öne çıkmayım dedi.
Yeri geldi, “Siz kalkınma karşıtı mısınız, ne güzel işte çalışıyoruz burada” diyenler oldu. Ezberlenmiş bir seri cümleyi, bizim tam olarak ne söylediğimizi, neye karşı dava açtığımızı dinlemeden, sormadan, peş peşe döngüsel bir akış içinde sıraladılar hep. Halen de var böyle bir kesim. En başında herkese açıklama yaparken zamanla gerçekten anlamak, düşünmek isteyenleri ayırt eder hale geldik. Enerjimiz lazımdı. Derdimizi anlama-öğrenme amaçlı değil, trol nitelikli bu diyaloglara girmemeyi öğrendik.
Yeri geldi içeriden de trollendik. Yanımızda sandığımız, ekibimizde olanlardan ekibi içeriden bölmeye dağıtmaya çalışanlar oldu.
Yeri geldi, “Bu madenciler eli silahlı gezer, siz bilmezsiniz bunları” diyen, bizi uyarmak korumak mı istiyor yoksa asıl kendisi mi tehdit ediyor anlayamadığımız, hem de içimizden sandığımız kişiler oldu.
Ara ara, özellikle de planlı, izinli, duyurulmuş büyük etkinliklerimizden önce birileri “Ben firmayla görüştüm, onlar zaten yapmayacakmış bu projeyi büyütmeye gerek yok” dediler. “Ah ne güzel çok sevindik, projeyi iptal edip davadan da geri çekiliversinler bari” dedik. “Burada olmasın ama bir yerde olacak gelin sizinle firmaya yer gösterelim” diyen “çözümcüler” oldu. Asla böyle bir masada olmayacağımızı söyledik.
Belki henüz hiçbir yeni projeye imkân tanımadığımızdan, çevremizdeki güzelim ormanda yeni hiçbir yaraya izin vermediğimizden, ortaya koyduğumuz tehdit ciddiye alınmadı. “Yok o kadar da yapamazlar. 10 bin ağaç kesemezler atıyorsunuz” diyen, o ilk kazma ekskavatör vurduktan sonra çok geç olacağını düşünmeyen çok komşumuz oldu. Oysa biz o davaları doğru zamanda doğru şekilde açtığımız için, şu anda çevremizde yeni bir tahribat yok. Bunu anlamak istemeyene anlatamadık.
Akıl verip emek vermeyenimiz çok oldu. Düzenleme ekibinin içinde olduğu çırpınmamızı bildiği halde etkinliklere son anda misafir gibi gelip neyi daha iyi yapabileceğimizi söylediler, sağ olsunlar. Teşekkür edip bir dahaya düşünürüz dedik.


***
Evet kolay olmadı. Ama çok da büyük kazanımlarımız oldu. Çok şey öğrendik. Hem toplum dinamiklerine dair, komşularımıza dair deneyim ve içgörümüz oluştu. Hem de gerçekten çevremize ilişkin ilgimiz arttı, bilgimiz derinleşti.
Çevremizi çok daha iyi tanıdık. Belki hiç denk gelmeyeceğimiz ne değerli araştırmacılar, akademisyenler, üreticiler, kurumlar bize bilgi, belge, fotoğraf, anı, akıl verdiler. Yanımızda durdular. Dava dosyalarını hazırlayacağız diye çevremizle ilgili her türlü bilgiyi hatmettik. Yöredeki mevcut değerleri daha keskin gözlerle gördük ve desteklemenin önemini anladık.
Bilgilendirme ve savunmaya davet toplantıları, piknikler, resmi sürecin parçası olan halkın katılım toplantıları düzenleme pratiğimiz oldu. Müthiş bir organizasyon ekibi çıktı içimizden. Odaklı, amaçlı çalışmayı öğrendik. Fethiye’den katılım olsun dediğimizde, bunu sağlayabildik. Var olsun Fethiye’nin tüm duyarlı halkı, sivil toplum kuruluşları ve kurumlarından oluşan savunma hattı. Ulusal basına çıkalım dediğimizde bunu başardık.
“Marjinal çevreci grup”, “dışarıdan gelenler” etiketlerini her zaman boşa çıkarttık. Çünkü hiçbiri değildik ve bunun iletişimini yapabildik. Çünkü bilime, hukuka ve etiğe uygun olan bizdik ve hep öyle kaldık, kalacağız.
Gönül ister ki daha görünür olalım. Daha çok yan yana gelelim, savunma dışında birlikte üretime dayalı işler de yapabilelim. O da zamanla olacaktır. Ama şimdi bu anı yaşamak, geçmişten biraz beslenmek, en önemlisi de biriktirdiklerimizi fark etmek ve kutlamak günü.
İlkay Nişancı’nın “Eko Eko Eko” belgeselinin “Mücadelenin Ekosu” bölümünü izlerken fark etmiştim Türkiye’de mücadelenin, savunmanın güçlü bir birikimi var. Üzümlü yöresinde de savunma çalışmalarımızın önemli bir geçmişi var. Adını, duruşunu ‘Taş Ocağına Hayır’dan ‘Dağ Taş Aş Bizim’e çevirdiğimiz bu hareket de kendi dağarcığını oluşturdu ve gelişmeye devam ediyor. Bizden önce havzada benzer davaları kazanmış bir gelenek vardı. Benim bulunduğum dönem, o hareketin devamıdır. O kazanımlar, refleksler olmasaydı, biz de çok da geriden, sıfır noktasından başlıyor olurduk. Bu çok büyük bir değer. Biz de bu mirasa sanırım biraz katkıda bulunabildik.
O ilk öküzü vermediğimiz için, havzamızdaki çok sayıda taş ocağı, krom tesisi projesini hukuki yollar ve çok sağlam bilirkişi raporları yoluyla engellediğimiz için havzamız halen yeşil, temiz, güzel. Ulusal basının ilgisini çekecek berbat görüntülü arazi tahribatı şimdilik bölgemizde yok, neyse ki. Şimdi bu sayede, sahip olduğumuz, bize emanet edilen doğal varlıklar kadar, kazandığımız deneyimi, savunma kazanımları birikimini görmek, değerini bilmek zamanı. Çünkü artık “Hatt-ı müdafaa yok, sath-ı müdafaa var.” Mevcut maden talan ve pazarlama yasaları topraklarımızdaki tüm yaşamı geri dönüşü olmayacak şekilde bitirmeden yapmamız gereken, vatan görevi niteliğinde sorumluluklarımız var. İş, aş derdiyle bağımsızlığımızdan olup tüm varlığımızı az sayıda sermaye sahibine teslim etmeden önce gelecek nesillere karşı yükümlülüğümüz ve bunları yapabilecek kapasitemiz var.
O halde devam!


Mimarım (ODTÜ 1994), Ekoköy Tasarımı, Permakültür (Findhorn 2011) ve Arazide Su Tutma (Tamera 2014) uzmanlıklarım var. 20 yıla yakın ana akım işlerde çalıştıktan sonra Yeşilüzümlü’ye yerleştim. Kırsalın dönüşmekte olduğu günümüzde tasarımcının, disiplinler ve kalıplar arası, esnek, çoğulcu, yapıcı ve yaratıcı çalışma sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Bütünsel yaşam döngüsü, arazi, su, mimari, peyzaj, iç mimari ve ürün tasarımlarına, ait olduğu üretim havzasındaki yerel üretim döngülerine bağlantılandırılabilen, onları zenginleştiren fikir ve projelere destek vermeye çalışırım. Yeşilüzümlü ve yöresinde yıllardır bir parçası olduğum çevre koruma hareketimiz de (Dağ Taş Aş Bizim Platformu), tamamen ekolojik döngülere duyarlı arazi ve yerleşim projelerim de, yerel kadın üreticilerle geliştirdiğim ürünler de, aynı amaca hizmet ediyor. Nihai amacım olan huzurlu bir hayat sürmek.












