Muğla’daki ekoloji mücadelelerinin paydaşları “Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarını Savunuyoruz Muğla Ekoloji Mitingi”nde ses yükseltti.
Muğla’da yaşam alanlarını savunmak amacıyla içlerinde ekoloji örgütü ya da girişimi, sendikalar, meslek kuruluşları, sosyal hak örgütleri ve siyasi partilerin de olduğu 100’e yakın örgütün çağrı yaptığı, “Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarını Savunuyoruz Muğla Ekoloji Mitingi” geniş katılımla gerçekleşti.
Yurttaşlar mitinge katılmak için saat 12:00’de Mehmet Ali Eren Parkı’nda toplandı. Polis ekiplerinin park ve çevresinde yoğun güvenlik önlemleri aldığı görüldü.
















Saat 15:30’da Açık Oto Pazarı’ndaki miting alanına yürümek için parkta bekleyen yurttaşların slogan atması, konuşma yapması, müzik dinletisi yapması ve alkışları polis tarafından engellendi. Slogan atılmaya devam edilmesi halinde, polis ekiplerinin alana müdahale edeceğini söylediği öğrenildi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Muğla Milletvekili Burak Erbay ve Mürsel Alban da parkta yurttaşların bekleyişine destek oldu.
Saat 15:30’da Açık Muğla Açık Oto Pazarı’na yürüyüş başladı. Yürüyüş sırasında, “Akbelen için adalet” “Deştin Çayı özgür akacak”, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma”, “Çimentocu şirket Muğla’yı terk et”, “Muğla uyuma, toprağına sahip çık” sloganları atıldı.














“BURADA SÖYLEDİĞİMİZ HER SÖZ, BÜTÜN DÜNYAYA SÖYLENMİŞ SÖZDÜR”
Alana varıldığında müzik dinletisiyle başlayan mitingde, basın açıklamasını katılanlar adına Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Menteşe Meclisi Eş Sözcüsü Haluk Özsoy ve MUÇEP Datça Meclisi Eş Sözcüsü Melda Omay okudu.
Açıklamada yaşam alanlarına ve ekolojik varlıklara saldırıların dünyanın her yanında sürdüğüne dikkat çekilerek, “Burada söylediğimiz her söz, bütün Dünyaya söylenmiş sözdür. Bu saldırıların yaşadığımız yerellerde, Muğla’da hayatımızı giderek zorlaştıran, hiç kabul edemeyeceğimiz bir hal aldığını biliyor, bunu kabul etmediğimizi haykırıyoruz, bunun için buradayız” dendi.
Türkiye’deki saldırılar göz önüne alındığında Muğla’da ortalamanın üzerinde kötü bir durumun yaşandığı söylenerek şunlar ifade edildi: “Saymakla bitmeyecek saldırılar, Meclis’ten ya da kendisini sermayenin istediği her şeyi yapmakla görevli sayanlarca hızla uygulanıp hukuk-mevzuat diye karşımıza çıkarılıyor. Dünyada, yurttaşlarının kamu organlarını bu kadar çok davayla durdurmaya çalıştığı başka bir ülke yoktur. Açılan davaların yetmediği bütün ülkede talana, yağmaya karşı yaşadığı yeri savunmaya, geçinmeye çalışan ezilen, yerinden edilen, yaşam alanlarından koparılanların çığlığı, karşı çıkışı yükseliyor her yerden.”
“DOĞAL VARLIKLARIN TALANI HALKIN YAŞAM ALANLARINA ERİŞEMEZ HALE GELMESİYLE SÜRÜYOR, KABUL ETMİYORUZ”
Fethiye’den Bodrum’a, Kavaklıdere’den Datça’ya doğal varlıkların talan edildiği söylenen açıklamada, “Bu talan maden ocaklarıyla, termik santrallerle, kıyıların işgaliyle, halkın yaşam alanlarına erişemez hale gelmesiyle sürüyor, kabul etmiyoruz. Bu talan hepimize, halka ait olanın halka karşı kullanılmasıyla, şirketlerin, parası bol olanların özel mülkü haline getirilmesiyle yürütülüyor.
Yetmiyor, acele kamulaştırmalarla yoksulların elindeki geçinme araçları da alınmak isteniyor. Sürdürülen talan aynı zamanda parçası olduğumuz doğayı, ekolojimizi yok ediyor. Bunları kabul etmiyoruz, etmediğimizi söylemek için toplandık” dendi.
Muğla’nın yüzde 59’unun maden ruhsat alanı ilan edildiğine dikkat çekilerek, “Bozulmamış doğa parçası kalmadı, bunun daha da kötü bir duruma gelmesini istemiyoruz, bunu da söylemek için toplandık” ifadelerine yer verildi.







“TEMEL TALEBİMİZ EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK”
Açıklamanın devamında Muğla’daki ekolojik saldırılara değinildikten sonra, saldırı ve talanın sadece doğaya karşı olmadığı, ekonomik nedenlerle de yapıldığı belirtildi. Şehircilik düzenlemelerinin ekolojinin korunmasını esas alması dile getirilerek “Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın birbiriyle uyumsuz işleri yürüten, korumayı şehirleşmeye-kalkınmaya feda eden bir Bakanlık olarak düzenlendiğini biliyoruz, görüyoruz” dendi.
Açıklamada talepler ise şu şeklide belirtildi:
- Devlet tarafından uluslararası sözleşmelerle üstlenilen yükümlülüklere uygun davranılmasını,
- Çevreye-ekolojiye ilişkin kararların, ortak varlıkların, hayatın korunması, süreklilik esas alınarak verilmesini,
- Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının işlevlerine göre bölünerek, doğal olanı korumak için yeniden yapılandırılmasını,
- İklim krizinin hepimizin, bütün dünyanın sorunu olduğunun kabul edilmesini; iklim krizinden sadece etkilenmediğimizi, aynı zamanda krize katkıda bulunulduğunun kabul edilmesini,
- Başta fosil yakıt kullananlar olmak üzere, iklim krizine katkıda bulunan tesislerin ve projelerin bir an önce sona erdirilmesini,
- Özelleştirme uygulamalarına derhal son verilmesini; tersine, kamulaştırma yoluna başvurulmasını,
- Kıyıların metalaştırılmasından vazgeçilmesini,
- Bilimsel olmadığı mahkeme kararları ile kanıtlanmış Ekolojik Temelli Bilimsel Raporlara dayanarak ve şirketlerin çıkarlarına göre kullanmayı esas alarak, bütün Türkiye’de doğal sit alanlarının belirlenip ilan edilmesinden derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz.
Açıklamanın sonunda temel taleplerinin eşitlik ve özgürlük olduğu dile getirilerek, “Yok edilen bizim doğamızdır, yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğiz” dendi.
Açıklamada yer verilen diğer başlıklar şu şeklideydi:
Muğla’daki Termik Santrallerin hepimizi canından ettiği, sağlığımızı bozduğu ülkenin enerji ihtiyacını karşılamak için değil, zengini daha çok zengin etmek için çalışmaya devam ettiğini bütün ülke biliyor, biz de biliyoruz. Bu santrallerin kapatılmasına çeyrek asır önce, taa 1996’da ülkenin mahkemeleri karar verdi. Bu ülke mahkeme kararlarının uygulanmadığı ülke olmaktan çıkmalı! bunu da söylemek için toplandık. Bu termik santraller o tarihte mahkeme kararları çıkmış olmasına rağmen kapatılmadığı gibi, sermayesine sermaye katmaya çalışan, kar peşinde olan şirketlere satıldı, özelleştirildi. Güneş enerjisi, temiz enerji adı altında santrallerin ömrü uzatılmaya çalışılıyor. Bunun bir aldatmaca olduğunu biliyoruz, bu yanıltmaya ortak olmamız isteniyor; kabul etmiyoruz, canımızdan olmaya ortak olmayacağız. Yaşamak hepimizin hakkı, yaşam alanlarını kaybetmek istemiyoruz!
Zeytinliklerimiz, temel geçinme, beslenme varlıklarımız yok ediliyor, bu talan sürsün isteniyor. Yönetmelik değişikliği yargı kararıyla iptal ediliyor, başka bir yönetmelikte tekrar halkın önüne konuyor. Yetmiyor, daha çok para kazanılsın diye kanun değiştirilmek isteniyor. Bunun yol açacağı sonuç, zaten yoksullaşmış olanların, geçinmeye çalışanların daha çok yoksullaşmasıdır. Akbelen, 450 günü aşkın zamandır bu yoksullaşmaya hayır diyor. İkizköy geçinmek, üretmek, yaşamak istiyor! Mevzuatın-ardından dolanılan hukukun, halka karşı kullanılmasına hayır demek için buradayız.
Bayır-Deştin sınırındaki Tekağaç Sırtı’nda yapımı süren, çimento farikası durdurulamazsa, tozuyla dumanıyla ekolojik yıkıma yol açacaktır. Fabrika 13 maden ocağının açılmasına 8.000 hektar orman alanının yok olmasına neden olacak. Zeytinlikler, bağ-bahçeler, arılıklar yok olacaktır. Fabrika tarım alanlarını yok edip tarımı imkansız hale getirecektir. Yok edecekleri arasında Bayır Barajı, Kazan Göleti de yer alıyor. Ortak varlıkları yok edecek çimento fabrikası inşaatının bir an önce durdurulmasını istiyoruz. Fabrika yapıldığında bir avuç para babası karlarını büyütürken, halk yoksullaşacak, fabrikada çalışanlar başta, etkilediği alandaki tüm canlıların sağlığı bozulacaktır. Bunun adı ekonomik gelişme değil, az sayıda kişi zenginleşirken binlerce kişiyi yoksullaştıran sağlığını bozan ekolojik ve ekonomik bir yıkım projesidir.
Kızılbükte kaçak inşaat yalanlarla sürüyor. Marmarisliler, Muğlalılar, bütün ülke mahkeme kararlarını dolanarak sürdürülen kaçak inşaatın durdurulmasını istiyor. Kaçak inşaatı durdurması gerekenler, mahkeme kararına uyulmasını sağlamakla görevli olanlar, ÇED sürecini mahkeme kararını hiçe sayarak yürütüyor. Kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Fethiye’den Datça’ya, Gökova’dan Bodrum’a kıyılar talan ediliyor. Dünya’da benzeri olmayan, kamuya ait kıyılar talan ediliyor. Bu talan sürdüğünde geriye yok edilen doğa, kirlenen deniz, kıyı ekosistemi, beton yığınlarına dönmüş kıyılar kalacak. Kıyıların doğallığının yok edilmesini istemiyoruz. Kıyıların doğal yapısını bozan hepimiz adına davranmak zorunda olan devletin ortak olduğu Muçev Limited Şirketi olsa da kabul etmiyoruz. Birbiriyle uyumlu olmayan Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetim Planı, Aydın-Muğla-Denizli Çevre Düzeni Planı, koruma amaçlı ÇDP planlarını yapanların tek derdi bir avuç şirketin daha da zengin edilmesi. Bütün bunlar, dava açanların aldıkları mahkeme kararlarına rağmen yapılıyor. Kullanmanın az sayıda şirket lehine sürekli artırıldığı, ekolojik varlıkların, ortak varlıklarımızın yok edildiği bir işleyişi istemiyoruz, kabul etmiyoruz.
Muğla’nın önemli sulak alanlarından Köyceğiz Dalyan özel çevre koruma alanını besleyen Sandras Dağı’nın da madencilik faaliyetleri ile yok edilmesine karşı mücadele devam ediyor. Doğal sit alanları, önemli doğa koruma alanları, onları koruması gereken kurumlar yerine halkın davalarıyla korunmaya çalışılıyor.
Korunması gereken diğer bir sulak alan, Bodrum-Milas Bargilya Tuzlası ise büyük inşaat şirketlerine peşkeş çekiliyor. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz: resmi kararlara konu edilmeyen sulak alanlar da dahil, korunması ve gelecek nesillere bırakılması gereken doğal alanları, kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz…
Yat limanlarının mavi yolculuğu yok edeceğini, yat limanlarının Muğla’nın kıyılarını sadece zenginlerin, dolar milyonerlerinin görebileceği, giderek yaşanmaz alanlar haline gelmesine yol açacağını biliyoruz. Yat limanları, yüzyıllardır kıyılara, denize zarar vermeden kullanan yöre halkının denizini, kıyısını çalacak! yaşanan örneklerden biliyoruz. Kıyılardaki biyolojik çeşitliği yok edecek yat limanlarının kalkınma masalıyla yaşam alanlarını yok etmesini kabul etmiyoruz.
Su kıtlığı bütün Dünya gibi Muğla’nın da temel sorunlarından biriyken; termik santraller, bütün Muğla halkının ihtiyacından daha fazla suyu kullanıp kirleterek doğaya bırakıyor. Bunun akıldışı olduğunu biliyoruz, söylüyoruz. Bunlar ortadayken su kıtlığına çözüm olarak deniz suyunu kısmen arıtmak ve atık suyu denizi mahvetmek üzere deşarj etmek önümüze konuyor. Zenginin sermayesini artıracak ama hepimizin yoksullaşmasına, suya erişmek gibi temel haklarımızın gasp edilmesine yol açacak yöntemlerden vazgeçilmesini istiyoruz. Başka bir hayat mümkün demek için buradayız.
Ormanlar hem iklim krizine karşı korunma alanlarımız, hem hepimizin ortak varlığı. Endüstriyel plantasyon kararlarıyla, yollarla, enerji nakil hatlarıyla ormanlar yok ediliyor. Geçen yıl ve bu yıl Muğla’nın ormanlarının %10’u yangınlarla yok oldu. Yangınlar ülkenin her yanında sürüyor, yangınları önlemek, söndürmekle görevli olan kurumlar görevlerini layıkıyla yerine getirmiyor. Halkın yangını söndürmesi de engelleniyor. Yangınlarla yok olanın 3 katı kadar orman alanının mevzuata uygun sayılan kararlarla orman dışında amaçlarla kullanıldığını bilim insanları söylüyor.
Yoksul orman köylülerinin yaşamak, geçinmek için çalıştıkları ormanlarda yaptıkları işlerin özelleştirilmesi yüzünden daha da yoksullaştıklarını biliyoruz. Orman yangınlarının uzun süre söndürülememesinin orman köylülerinin ormandan sürülmesiyle de ilişkili olduğunu da biliyoruz. Ormanı korumakla görevli kurumların görevlerini layıkıyla yapmadıklarını, yangın söndürmenin bile taşeronlara devredildiği bir dönemden geçiyoruz!
Amazon ormanlarının, Cudi ormanlarının, Dersim ormanlarının, Muğla ormanlarının hem yangınlarla, hem ağaç endüstrisine girdi sağlamak için kesilip yok edildiğini bütün Dünya’yla birlikte biz de görüyoruz, tabi ki kabul etmiyoruz. Ormanların hayat için vazgeçilmez olduğunu biliyoruz, orman yok edilerek hayat yok ediliyor, kabul etmiyoruz! Direnmekten başka çaremiz yok!
Özelleştirmelerin hepimizin ortak varlıklarını yok etmek, bir avuç zenginin sermayesine sermaye eklemek amacıyla yapıldığı ortada. Özelleştirmenin kapitalist sistemin ürünü olduğunu bütün Dünya biliyor. Bunun kamu adına yapıldığının söylenmesini kabul etmiyoruz. Kamu biziz! bizim kabul etmediğimizin bizim adımıza söylenmesini de kabul etmedik, etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Haraç mezat satılanın hepimize ait ortak varlıklar olduğunu, bunun kabul edilebilir olmadığını haykırmak için toplandık.
Lüks Çadır Yönetmeliği yürürlüğe kondu. Sadece turizm bölgelerinde değil her yerde uygulanacak Yönetmeliğin yeni talanlara, ortak varlıklarımıza yeni saldırılara yol açacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. İmar planı yapmayı da gerektirmeyen Yönetmeliğin kamunun yararını gözetmediği, geçinmeye, yaşamaya yeni saldırılara yol açacağı açık. Bundan halkın geniş kesimlerinin yararlanmayacağı, her şeyin bol paralıların lüksü için, aynı zamanda sermayenin büyütülmesi için yapıldığını biliyor, kabul etmiyoruz. Burada toplananlar olarak “lüks” değil, sadece “doğal” yaşamak istiyoruz.