Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla Muğla’nın Fethiye, Bodrum, Marmaris, Menteşe, Milas, Yatağan ve Seydikemer ilçelerinde bulunan adliye binaları önünde eş zamanlı açıklama yaptı.
Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla Muğla’nın Fethiye, Bodrum, Marmaris, Menteşe, Milas, Yatağan ve Seydikemer ilçelerindeki adliye binaları önünde bugün (25 Kasım) saat 11.30’da eş zamanlı basın açıklaması düzenledi.
Fethiye Kent Konseyi Kadın Meclisi’nin çağrısıyla kadınlar, Fethiye’de gerçekleştirilen basın açıklamasına bisiklet sürüşüyle destek verdi.


Kadınların bisikletlerinde; “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz”, “Şiddetin bahanesi olmaz”, “Şiddeti meşrulaştıran her sessizlik suça ortaklıktır” ve “Şiddete karşı pedallıyoruz” gibi sloganların yazıldığı dövizler yer aldı.


Muğla Barosu tarafından yapılan açıklamada, şunlar aktarıldı:
“25 Kasım günü, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörlük rejimine muhalif olmalarından dolayı sistem tarafından vahşice katledilen üç kız kardeş olan Mirabal Kardeşlerin anısına, kadına yönelik şiddet konusunda farkındalık yaratmak amacıyla 1999 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir.”


Açıklamada; Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), dünya genelinde kadınların yaklaşık üçte birinin partner şiddetine veya cinsel şiddete maruz bırakıldığını ortaya koyduğunun ve nüfusun yarısının korku içinde yaşadığı bir toplumun; adil, güvenli veya sağlıklı sayılamayacağını vurguladığı belirtildi.


“ŞÜPHELİ ÖLÜMLERİN ARTIŞI, DOĞRUDAN DEVLET YÜKÜMLÜLÜKLERİNDEKİ AKSAKLIKLARIN SONUCUDUR”
Türkiye’de kadına yönelik fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddetin artarak devam ettiğinin altının çizildiği açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:
“Yalnızca 2025 yılı Ekim ayında 19 kadın öldürülmüş ve bu kadınların yüzde 42’si aile bireyleri tarafından katledilmiştir. Yine Ekim ayı içinde 22 kadın ise şüpheli şekilde hayatını kaybetmiştir.”
Türkiye’de ilk kez, 2025’te şüpheli kadın ölümü sayısının, kadın cinayetleri sayısından fazla olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şunlar işaret edildi:
“Ülkemizde, kadına yönelik şiddetin görünmeyen ve aydınlatılmayan boyutunun büyüdüğünü göstermektedir. Şüpheli ölümlerin artışı; soruşturma süreçlerinin etkin yürütülmemesi, delil toplama ve değerlendirme aşamalarındaki eksiklikler ve koruma mekanizmalarının etkin bir şekilde işletilmemesi gibi doğrudan devlet yükümlülüklerindeki aksaklıkların sonucudur.”


“KADINLARIN YAŞAM HAKKININ KORUNMASI, DEVLETİN EN TEMEL GÖREVİDİR”
“Kadınların yaşam hakkının korunması, devletin en temel görevidir” denilen açıklamada, Ayşe Tokyaz ve Rojin Kabaiş cinayetleri hatırlatıldı.
Ayşe Tokyaz’ın, eski polis memuru Cemil Koç tarafından öldürüldüğü, kız kardeşinin ihbarlarının sonuçsuz bırakıldığı ve bu süreçte kız kardeşinin sorgulandığının belirtildiği açıklamada, şunlara vurgu yapıldı:
“Ayrıca fail Cemil Koç hakkında Ejegül Ovezova cinayeti kapsamında 4 Temmuz’da ağırlaştırılmış müebbet istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Dosyada bulunan delillere rağmen failin iki sene boyunca tutuklanmamış olması 13 Temmuz’da Ayşe Tokyaz’ın da hayattan koparılmasına sebep olmuştur.”


Rojin Kabaiş’in ölümü hakkında ise intihara yönelik iddialarla dosyanın üstünün kapatılmaya çalışıldığının ifade edildiği açıklamada, şunlar aktarıldı:
“Rojin’in babası Nizamettin Kabaiş’in ve kadın örgütlerinin çabaları sonucu soruşturma bir nebze derinleştirilebilmiştir. Yaşanan bu vakalar bize göstermektedir ki kadının yaşam hakkı; failin beyanlarıyla yönlendirilen soruşturmalar, görmezden gelinen deliller, zamanında verilmeyen koruma kararları ve geciken müdahalelerle hukuki ve idari ihmal zincirleri içinde eriyip gitmektedir.”


Ayrıca, bugün (25 Kasım) Gülistan Doku’dan 2 bin 50 gündür haber alınmadığının ve dosyanın akıbeti hakkında somut bilgi bulunmadığının altının çizildiği açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:
“Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğini eğitim müfredatından kaldırarak ve yürüttüğü politikalarla kadınları ‘kutsal aile’ yapısı içine hapsederek; kadınlığı yalnızca bakım yükümlülüğü ve çok sayıda çocuk doğurmaya indirgemeye devam ediyor. Oysa tam da bu politikalar, cinsiyet temelli şiddetin ve aile içi şiddetin artışında doğrudan rol oynamaktadır.”
“BAKANLIĞIN BÜTÇEYE İLİŞKİN VERİLERİ, KADINLARIN YAŞAM HAKKININ VE ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARKA PLANA İTİLDİĞİNİ AÇIKÇA GÖSTERMEKTEDİR”
Açıklamanın devamında, şunlara dikkat çekildi:
“2025’in ‘Aile Yılı’ ilan edilmesiyle birlikte aile içi şiddet yok sayılmış, toplumun sorunları yalnızca doğum ve evlilik oranlarına indirgenmiştir. Bu bağlamda 2026 yılı bütçe görüşmelerindeki veriler dikkat çekicidir.”
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2026 bütçesinin, yüzde 1,2’sinin kadınlara ayrıldığının ve 2025 için kadınlara ayrılan bütçenin, ilk altı ayda yüzde 40’ının kullanıldığının belirtildiği açıklamada, şunların altı çizildi:
“Bakanlığın kadınlar için ayırmış olduğu bütçenin kullanımına dair yaptığı açıklamalar ise genel olarak evlenecek gençlere ve doğum yapanlara yapılan maddi yardımlarla sınırlı kalmıştır.”


Sahada çalışan avukatlar olarak, kadınların şiddet döngüsü içinde kalmalarının en büyük gerekçelerinden birinin ekonomik zorlukların getirdiği yoksulluk ve yoksunluk olduğu vurgulandı. Ardından, şu ifadeler kullanıldı:
“Bakanlığın bütçeye ilişkin verileri, kadınların yaşam hakkının ve özgürlüklerinin arka plana itildiğini açıkça göstermektedir.
Kadınlar devlet politikalarıyla bu kadar yalnızlaştırılmış ve ikinci plana atılmışken; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından cesaret bulan kişi ve kurumlarca, eşitler arasında yapılması gereken arabuluculuk uygulamaları, aile ve miras hukukuna yerleştirilmeye çalışılmakta, her yıl nafaka ve 6284 sayılı Kanun tartışmaları gündeme gelmektedir.”


“KADINA YÖNELİK ŞİDDET, MÜNFERİT DEĞİL”
Açıklamanın devamında ise şunlara dikkat çekildi:
“Türkiye’de kadınların yaşam hakkı sistematik olarak ihlal edilmektedir. Kadına yönelik şiddet, münferit değil; toplumsal, sistematik ve politik bir sorundur.
Devlet mekanizmalarının eksikliği, ihmali ve kayıtsızlığı her gün kadınların hayatına mal olmaktadır. Bu ağır ihlallerin sorumluluğu görmezden gelinemez, ertelenemez çünkü devlet ve kurumları her bir kadının yaşam hakkını korumakla yükümlü ve sorumludur.”
Kamu kuruluşlarına şu çağrıda bulunuldu:
Etkin soruşturma yükümlülüğü eksiksiz yerine getirilmeli, şüpheli kadın ölümleri intihar olarak örtbas edilmeksizin titizlikle incelenmeli, hiçbir dosya kapatılmamalıdır.
Şiddet mağduru her kadın için derhâl, gecikmeksizin ve tavizsiz etkin koruma tedbirleri uygulanmalıdır.
Kolluk, savcılık ve idari kurumların kadınlara yönelik şiddet vakalarında gösterdiği ihmaller cezasız kalmamalıdır.
Şiddetle mücadelede bilimsel ve bütüncül politikalar benimsenmeli; var olan sığınma evleri, danışma merkezleri ve izleme mekanizmaları acilen güçlendirilmeli, henüz faaliyete geçirilmemiş olan kadın sığınma evi ve danışma merkezleri tüm il ve ilçelerde kurulmalıdır.
Feshedildiği tarihten bu yana idari mekanizmaların ihmallerini her geçen gün artırdığı İstanbul Sözleşmesi derhal yeniden uygulanmalıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri ivedilikle müfredata tekrar eklenmelidir.


“BU ÜLKENİN KADINLARI YALNIZ DEĞİLDİR”
Muğla’da, kadına yönelik şiddetle mücadelede kurumlar arası iş birliğinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi için düzenlenen İl Teknik ve Koordinasyon Kurulu toplantılarına kurulun bileşeni olarak Adalet Bakanlığı temsilcilerinin, özellikle hakim ve savcılarına katılımının sağlanması gerektiğinin vurgulandığı açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:
“Kadınların öldürülmediği, şüpheli ölümlerin karanlığa gömülmediği, adaletin gerçekten tecelli ettiği bir ülkeyi inşa etmek devletin görevidir. Bu görevi yerine getirmeyen, getirmekte isteksiz olan her mekanizma, kadınların ölümünde pay sahibidir.
Muğla Barosu olarak kadınların yaşam hakkını savunmak için her dava dosyasının, her duruşmanın, her hukuki mücadelenin takipçisi olmaya kararlıyız.”


Açıklamanın devamında, şu ifadeler kullanıldı:
“Kadınların mücadeleler sonucunda elde ettiği kazanımları kaldıracak veya ihlal edecek her türlü düzenlemenin karşısında olmaya devam edeceğiz, kadına yönelik şiddeti artıran her türlü mekanizma ve işleyişin karşısında duracağız, şiddet mağduru kadınların her daim destekçisi olacağız, İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar uygulanması ve yeni kazanımlar elde etmek için mücadelemizi dayanışma ruhuyla sürdürmeye devam edeceğiz.
Kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesine, cezasızlığın kurumsallaşmasına, hukukun siyasallaştırılmasına ve kadınların yaşam hakkının gasbedilmesine asla sessiz kalmayacağız. Bu ülkenin kadınları yalnız değildir; hukuk, örgütlü mücadele ve dayanışma kadınların yanındadır.”
25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE GÜNÜ NEDİR?
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, kadınlara yönelik şiddete dikkat çekmek, farkındalık yaratmak ve bu şiddetin önlenmesi için adımlar atılması gerektiğini vurgulamak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ilan edilen bir gün.
25 Kasım’ın tarihi önemi ise şu şekilde: 25 Kasım günü, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo rejimine karşı mücadele eden ve Mirabal Kardeşler olarak bilinen üç kız kardeşin (Patria Mercedes Mirabal Reyes, María Argentina Minerva Mirabal Reyes, Antonia María Teresa Mirabal Reyes) tecavüz edilerek öldürüldüğü gün.


Mirabal Kardeşler, bu dönemde rejim tarafından kadın haklarının sembolü haline geldi. Trujillo diktatörlüğüne karşı Clandestina isimli gizli bir örgüt kuran kardeşler diktatörlük tarafından düşman ilan edildi ve Trujillo bir konuşmasında, “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” dedi.
Bu konuşmadan kısa bir süre sonra ise üç kız kardeş bir trafik kazası sonucu hayatlarını kaybetti. Fakat daha sonra bunun bir kaza olmadığı, öldürülmeden önce Mirabal kardeşlere işkence edildiği ortaya çıktı.
25 Kasım ilk olarak 1981 yılında Kolombiya’nın Bogoto şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karaipli Kadınlar Kongresinde, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi. Ardından, 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından resmi olarak kabul edildi.












