Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Muğla Şubeler Platformu, yaklaşık 4 milyon memur ve 2 milyon emekli memuru doğrudan ilgilendiren ve 2026-2027 yıllarını kapsayan 8. Dönem Toplu Sözleşme Görüşmeleri devam ederken, hükümetin teklifine karşılık, bir günlük iş bırakma kararını açıkladı.
2026-2027 yıllarını kapsayan 8. Dönem Toplu Sözleşme Görüşmeleri devam ederken, konfederasyonlar 15 Ağustos’ta yaptıkları açıklamada, hükümetin tekliflerini kabul etmemeleri durumunda 18 Ağustos 2025 Pazartesi günü iş bırakma eylemi gerçekleştireceklerini ve kitlesel miting düzenleyeceklerini duyurdu.
Yaklaşık 4 milyon memur ve 2 milyon emekli memuru doğrudan ilgilendiren sürece dair Muğla’dan da tepki geldi.
Muğla’nın Menteşe ilçesindeki Sınırsızlık Meydanı’nda, KESK Muğla Şubeler Platformu 15 Ağustos 2025 tarihinde, Türkiye genelindeki açıklamalarla paralel olarak bir basın açıklaması yaptı ve 18 Ağustos 2025 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemi yapılacağını duyurdu.
SÜREÇ NASIL BU NOKTAYA GELDİ?
2026–2027 yıllarını kapsayan 8. Dönem Kamu Toplu Sözleşme görüşmeleri, 28 Temmuz 2025’te başladı ve Ağustos ayında kritik aşamaya geldi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ev sahipliğinde 1 Ağustos 2025’te başlayan ön müzakereler, 12 Ağustos 2025’te ilk resmi zam teklifine dönüştü. Bu teklif kapsamında hükümet; 2026’nın ilk altı ayında yüzde 10, ikinci altı ayında yüzde 6; 2027’nin her iki altı ayında da yüzde 4 zam önerdi.
Memur‑Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, bu rakamların enflasyon karşısında yetersiz kaldığını, refah payı ve taban aylık artışı içermediğini vurgulayarak teklifi reddettiklerini açıkladı: “Memurun emeğini yok sayan teklifi reddediyoruz.”
Ankara’daki ilk tepkilerin ardından sendikalar, 14 Ağustos 2025’te “Teklif yenilensin” sloganıyla alanlara indi. Birçok hizmet kolunda, kamu kurumları önünde adil ve günün koşullarına uygun zam talepleri dile getirildi.
Sunulan ilk teklif sonrası hükümet, ikinci toplantının yapıldığı gün olan 15 Ağustos 2025 Cuma günü yeni bir adım attı. İlk plandaki oranlara ek olarak, memurların taban aylığına sabit bir 1.000 TL artış önerdi.
Ancak bu teklif de sendikaların beklentilerini karşılamadı; Memur‑Sen, Türkiye Kamu‑Sen ve diğer konfederasyonlar, “müzakere edilebilir bir teklif değil” diyerek bu öneriyi de reddetti.
Görüşmelerin 19 Ağustos 2025 Salı günü tamamlanması bekleniyor. Anlaşma sağlanamazsa süreç, Kamu Görevlileri Hakem Heyeti’nin kararına bırakılacak.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 54, grev hakkını şu şekilde tanımlıyor:
“Madde 54 – Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler.”
Yapılan açıklamada, iş bırakma eyleminin gerekçelerine dair şunlar şöylendi:
“Bilindiği üzere 28 Temmuz itibari ile başlatılan Kamu Görevlileri Toplu Sözleşmesinde hükümet ilk teklifini görüşmelerin başlamasından tam 16 gün sonra 12 Ağustos’ta yapmıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan tarafından açıklanan ilk teklife göre kamu emekçilerinin ve kamu emekçisi emeklilerinin maaşlarında:
• 2026 yılının ilk altı ayı için yüzde 10, ikinci altı ayı için yüzde 6,
• 2027 yılının ilk altı ayı için yüzde 4, ikinci altı ayı için yüzde 4 artış teklif edilmiştir.
Kamu emekçileri konfederasyonlarının taleplerinin dörtte birine bile denk gelmeyen teklif başta kamu emekçileri ve emeklileri olmak üzere tüm kamu oyunca ‘sefalet teklifi’ olarak adlandırılmıştır.
Bunun üzerine Çalışma Bakanı ‘bu daha ilk teklif’ diyerek milyonların tepkisini yumuşatmaya çalışmıştır. Oysa bugüne kadar yaşanan onca deneyim ortadadır. İktidar gerçek toplu sözleşme ile hiçbir ilgisi olmayan, 13 yıldır sürdürülen garabet sistemde her seferinde ilk teklifini geç açıklamış, sonraki tekliflerini ise sadece birkaç puan arttırmakla yetinmiştir.
Yıllardır uygulanan senaryo bugün tekrar karşımızdadır.
Hükümet günlük bir çay, bir simit parasına bile denk gelmeyen artışla kamu emekçileri ve emeklileri ile dalga geçmektedir.
Toplu sözleşme görüşmelerinin bitmesine, hakeme başvuru sürecinin başlamasına beş gün kaldı. Ama şu saate kadar kamu emekçilerinin yıllardır yaşadığı temel sorunlara, sendikaların taleplerinin hangilerinin kabul edilip hangilerinin kabul edilmediğine ilişkin tek bir cümle dahi duymadık.”
Açıklamada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın şahsında kamu işverenine, iktidara şu sorular yöneltildi:
“• Bu teklifte 4 milyon kamu emekçisini, 2,5 milyon kamu emeklisini memnun edecek ne vardır?
• İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret artışı var mı?
• Bugün itibari ile 18 bin 680 TL tutarındaki ilave seyyanen ödeneğin taban aylığımıza ve emeklilerin mevcut aylıklarına yansıtılmasına ilişkin bir adım var mı?
• Hangi ad altında olursa olsun emekli maaşlarımızı adeta kemiren, tüm ek ödemelerin taban aylığımıza, emekliliğimize yansıtılması var mı?
• Barınma hakkı kapsamında konutu olmayan kamu emekçisine kira yardımı – kira desteği var mı?
• Büyümeden, refahtan pay var mı? Yıllardır maaşlarımızı dilim dilim buharlaştıran Gelir Vergisi adaletsizliğine son verilmesi var mı?
• Ücretsiz servis, yemek, ulaşım taleplerine ilişkin bir adım var mı?
• Vekil, ücretli, taşeron, sözleşmeli, İdari Hizmet Sözleşmeli (İHS) gibi farklı adlar altında sürdürülen güvencesiz istihdama son verilmesi, güvencesiz istihdam edilenlerin kadrolu-güvenceli istihdama geçirilmesi var mı?
• Kamu kurumlarında ücretsiz kreşler açılması, söz konusu kreşler açılıncaya kadar kreş yardımı verilmesi var mı?
• Kayırmanın, torpilin kapısını sonuna kadar açtığını kabul ettiğiniz, seçim öncesi sözünü verdiğiniz mülakatın kaldırılması var mı?
• Kadın kamu emekçilerine; çalışma yaşamında uygulanan, cinsiyetçiliğin, ayrımcılığın, mobbingin son bulması var mı?
• Bizim için en önemlisi Grev Hakkı ile Tamamlanmış Gerçek Toplu Sözleşme Sistemi, Demokratik Bir Çalışma Yasasına ilişkin tek bir cümle var mı?
YOK, YOK, YOK.
Çünkü aslında ortada bir toplu sözleşme teklifi yoktur.
Teklif yerine; 4 milyonu aşkın kamu emekçisini çalışırken daha fazla yoksulluk ile 2,5 milyon emekliyi ise daha fazla sefalet ile tehdit vardır.
Hepimiz biliyoruz ki bu durum ilk defa yaşanan, yeni bir durum değildir. KESK olarak en başından beri altını çizdiğimiz üzere 13 yılda tam 7 kez aynı tablo ile karşılaştık.”
Görüşme masasındaki yetkili konfederasyon ve sendikaları eleştiren açıklamada, “Hiçbir kamu emekçisinin tarihe kara bir leke olarak geçecek yeni bir satış sözleşmesine tahammülü kalmamıştır” ifadeleri kullanıldı. Mevcut sözleşmenin meşrulaştırılmasına ise şu sözlerle karşı çıkıldığı anlatıldı:
“• Hiç kimse hepimizle dalga geçilen bu teklife değer yüklemeye çalışmasın.
• Milyonların maaş artışı talebinin dörtte birine bile denk gelmeyen rakamları görmezden gelerek ‘Üzerine bir, iki puan ilave edilirse çözülür’ yaklaşımı sergilemeye kalkışmasın.
• Kamu emekçilerinden gizli kapalı kapılar ardında pazarlıklar yürütmeyi, kamu emekçilerinin temel hiçbir sorununu çözmeyen teklifleri kabul etmeyi aklından bile geçirmesin.
• İktidar uyuşmazlık durumunda başvurulan Hakem Kurulu’nun objektif ve bağımsız kararlar verdiğine inanmamızı bekliyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki toplam 11 üyesinden altısı doğrudan, biri dolaylı olarak Cumhurbaşkanı tarafından atanan Hakem Kurulu, her seferinde hükümetin noterliğini yapmıştır. Artık yeter. Bu sefer hiç kimse uyuşmazlıkta topu iktidarın noterliğini yapmanın ötesine geçmeyen Hakem Kuruluna atmaya kalkmasın.”
Açıklamada son olarak teklife karşı yapılacak olan şeyin birkaç puanlık maaş artışını esasa alan “müzakere değil mücadele” olduğu söylendi.
Tüm kamu emekçilerine şu şekilde seslenildi:
“Yıllarca bu ülkenin kamu emekçilerine ‘kapı kulu’ muamelesi yaptılar. ‘Sendika kuramazsınız, yasak’ dediler. Sendikalarımızın kapılarını mühürlediler. Ama bizler, haklar yasalardan, yasaklardan önce gelir diyen kamu emekçileri olarak o mühürleri söküp attık. Kapı kulu değil emekçiyiz diye haykırdık.
Şimdi de yıllardır ülkemizin taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO – International Labour Organization) sözleşmeleri başta olmak üzere uluslararası sözleşmelerle tanınan grev hakkımızı yok sayıyorlar. Bu sözleşmelerin iç hukukun üzerinde olduğunu yazan Anayasayı ayaklar altına alıyorlar.
Bizler bir araya gelmediğimiz sürece tüm haklarımız 2025’in Türkiye’sinde bizleri hala kapı kulu olarak görenlerin iki dudağı arasında kalmaya devam edecek.
Bu karanlık tablodan tek çıkış yolu; yetkinin asıl sahipleri olarak bizlerin ortak sorunları için bir araya gelmesinden, ‘hak verilmez mücadele ile alınır’ ilkesi ile ortak mücadeleyi yükseltmesinden geçiyor.
Bu karanlık tablodan tek çıkış yolu, ‘Hepimiz aynı gemideyiz” diyenlere karşı ‘Geminin gerçek sahipleri olarak hakkımızı, emeğimizin, alın terimizin karşılığını istiyoruz’ diyerek tüm farklılıklarımıza rağmen birbirimize kenetlenmekten geçiyor.
Buradan hareketle, tüm konfederasyonları, sendikaları, hangi sendikanın üyesi olursa olsun ya da herhangi bir sendikanın üyesi olmasın tüm kamu emekçilerini bizi yok sayan, alay eden teklifler sunanlara karşı haklarımızı korumak için; insanca bir yaşam, güvenceli iş, güvenli gelecek için 18 Ağustos Pazartesi günü üretimden gelen gücümüzü kullanarak, bir gün iş bırakmaya, g(ö)reve çağırıyoruz!”