CELLADINA AŞIK OLMAK YA DA MİLAS-YATAĞAN SENDROMU!
Tarih 23 Ağustos 1973.
Yer İsveç’in başkenti Stockholm.
Şartlı olarak tahliye edilmiş bir hükümlü var. Adı Jan-Erik Olsson
Jan-Erik Olsson, Stockholm’ün en büyük bankalarından biri olan Kreditbanken‘i soymak ister. Üçü kadın biri erkek olmak üzere dört çalışanı rehin alır. Rehineler altı gün boyunca bankanın kasalarından biri içinde rehin tutulur.
Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından bu durum “Stockholm Sendromu” olarak adlandırılır.
Yani psikolojide rehinelerin kendini rehin alan kişiye duygusal olarak bağlanması, duygusal anlamda onların duygularını anlamaya, onlara sadakat göstermeye ve onlara yardımcı olma noktasına gelmeleri “Stockholm Sendromu” ya da “Celladına Aşık Olmak” olarak isimlendirilmektedir.
Muğla’da da benzer bir durumu gözlemliyoruz ama bizimkinin adı Stockholm Sendromu değil, Milas-Yatağan Sendromu.
Muğla Milas’ta, Kemerköy (Gökova) Termik Santralını yapabilmek amacıyla tarlalarına el konulmak istenen Türkevleri köyü halkının bu el koymaya karşı çıktığı, yolları kesip direndiği günlerden, Yeniköy ve Kemerköy Termik santrallarının ve maden ocaklarının sahibi Limak ve IC İçtaş şirketi aracılığıyla Türkevleri Köyü muhtarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne zeytinliklerin yok edilmesi başta olmak üzere madencilerin önünü açmak için hazırlanmış Torba Kanun Tasarısının tartışıldığı Komisyon toplantısına katılıp, termik santralları ve madenleri işleten şirketten ne kadar memnun olduklarını anlattıkları günlere geldik.
Celladına Aşık Olmak böyle bir şey herhalde.
Buna Stockholm sendromu değil, Milas-Yatağan Sendromu dememiz gerekiyor sanırım.
Yok edilen İkizköy’ün daha yok edilmemiş Akbelen kısmında evi için, tarlası için, zeytinliği için, 740 dönüm ormanı korumak için İkizköylüler direnmeye çalışırken, birçok köyü tamamen, bir kısmının yarıdan fazlası maden ocakları tarafından zorla yok edilmiş, göçe zorlanmış termik santral civarı köylerden yirmiden fazla köy muhtarı yine şirket tarafından hazırlanıp, ellerine tutuşturulmuş metinleri hiç sıkılmadan okuyup, yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren Akbelenlileri karalıyor, Akbelen ormanının yok edilmesi için santralcılara güzellemelerde bulunuyorlar.
Süper İzin Yasası olarak da adlandırılan ve madencilerin her istediğini yapabileceği Torba Yasa Teklifi görüşülürken direnmek için giden köylülerin karşısına yine celladına aşık muhtarlar ve celladın işbirlikçisi sarı sendika başkanları çıkıyor.
Hangi sendika kitabında yazıyor acaba kendisi de tarım emekçisi olan ve topraklarını korumak için direnen köylülerin yanında olmak yerine, patronların yanında köylülerin karşısında olmak ve sendikalı işçileri köylülerin karşısına çıkarmak?
Bu nasıl bir ruh halidir?
Bu nasıl psikiyatrik sendromdur?
****
Muğla’da yakıt olarak linyit kömürü kullanan üç termik santral var.
Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik santralları.
Bu üç termik santral tam kapasite ile çalışırsa günde 48 bin ton linyit kömürü yakıyor.
Yani 16 bin evin ısınmak için bir kış boyunca yani üç ay boyunca yakabileceği kömürü bir günde tüketiyor. Yanma sonucu havaya salınan duman dışında yaktığı kömürün üçte biri de kül olarak atılıyor.
Bu termik santralları doyurmak yani kömür ihtiyacını karşılamak hiç de kolay değil.
Bu amaçla bu üç termik santrala linyit kömürü tedariki için 45 bin hektarlık alan tahsis edilmiş vaziyette.
Altında kömür olduğu düşünülen bu 45 bin hektarlık ruhsat alanı üzerinde ormanlar, zeytinlikler, birinci sınıf tarım arazileri, arkeolojik ve doğal sit alanları, meralar, bağlar, bahçeler, dereler var.
Sadece bunlar değil!
Ahırıyla, hayvanlarıyla, bağıyla, bahçesiyle, eviyle, okuluyla, camisiyle, mezarlığı ile birlikte 60 köy bulunuyor.
1980 yılının başından günümüze kadar termik santrallara yakıt olarak linyit kömürü temin etmek amacıyla açılan maden ocakları sebebiyle bu 60 köyün 23’ü doğrudan zarar görmüş vaziyette.
8 köyün tamamı, 15 köyün ise en az yarısı yok edilen köylüler göç etmek zorunda kaldılar.
Evi barkı, bağı bahçesi yok edilip, zorla göçe zorlanan bu insanların dramını izlemek isterseniz Akdeniz Yeşilleri Derneği tarafından hazırlanmış “Muğla’da Kömür İçin Yok Edilen Köyler” belgeselini izleyebilirsiniz. (1)
Kömür ocakları sebebiyle köyler dışında, binlerce dönüm orman alanı, zeytinlik, bağ, bahçe, tarım alanı ve dereler yok edildi.
Termik santralların zararı sadece bunlarla sınırlı değil.
Önceliği bu bölgelerde yaşayan bütün halk ve canlılar olmak üzere tüm Muğla ve dünyamız 1982 yıllından bu yana üç termik santralların külünden, dumanından etkilenmeye devam ediyorlar.
Her yıl bu termik santrallar;
30 bin ton kükürt dioksit (SO2),
35 bin ton azot oksit (NOx)
2 bin ton toz,
Bin 100 kilogram civa atmosfere salıyor. (2)
1982 yılından 2018 yılına kadar bu termik santralların baca gazlarının yarattığı hava kirliliği sebebiyle, her yıl en az 280 kişinin, 1982-2018 yılları arasında da toplam 45 bin kişinin erken ölümüne yol açtığı hesaplanıyor. (3)
Solunum yolu hastalıkları, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH), kanser alışıla gelmiş hastalık ve ölüm nedenleri.
Ya diğer canlılar? Hayvanlar, bitkiler?
Onlar da aynı şekilde zehirlenmeye devam ediyor.
Havamız, toprağımız, suyumuz kirleniyor.
Sularımız kirlenmenin de ötesinde termik santralların aşırı su tüketimi nedeniyle hızla da tükeniyor. Geyik barajı bile kurudu.
Ya radyasyon?
Atılan küllerde biriken radyoaktif elementlerin yaydığı radyasyon nedeniyle 1993 yılında Muğla’da radyasyon erken uyarı cihazının alarm verdiğini ve Yatağan Termik Santralının bir süre bu nedenle kapatıldığını biliyoruz.
Küldeki bu radyoaktif elementlerin çevreye ve yeraltı sularına verdiği zararlar konusunda üniversitelerin yapmış olduğu önemli çalışmalar var.
Herhangi bir önlem alınıyor mu?
Hayır!
Binlerce bilim insanı, binlerce çalışma ile fosil yakıtlı termik santralların hem bulunduğu bölgeye hem de dünyamıza ne kadar çok zarar verdiğini, küresel ısınmanın ve iklim değişikliklerin baş sebebi olduğunu her fırsatta anlatıyorlar.
1992 yılından bu yana Birleşmiş Milletler, her yıl toplanarak, küresel ısınmayı 1,5 derecelik sıcaklık artışında tutabilmek için enerji üretiminde fosil yakıt kullanımının terk edilmesi için kararlar alıyor, ülkeler bu konuda takvimler yayınlıyor.
Bizde ise durum nedir?
Kömürlü termik santralları kapatmak yerine teşviklerle önünü açmaya çalışıyoruz.
Muğla’da 40 yılı aşkın bir süredir çalışmakta olan termik santralları işçileri mağdur etmeden, haklarını koruyarak, adil geçiş ile kapatmak yerine celladına aşık muhtarları ve celladın iş birlikçisi sarı sendikacıları alıp yeni yaşam alanlarını yok etmek için çabalayan sermaye çevrelerini anlıyorum.
Onların vatan, millet, küresel ısınma, doğanın yok edilmesi, insanların yerlerinden edilmesi, zehirlenmesi umurlarında değil.
Kendi çıkarları dışında kimseyi düşünmediklerini biliyoruz.
Ama kendileri ve çocukları da orada yaşayan, hava, su, toprak kirliliğinden zehirlenen, celladına aşık olan muhtarları ve celladın iş birlikçisi sarı sendikacıları ne yapacağız?
***
Bütün bunlara rağmen artık Muğla eski Muğla değil.
Hem Yatağan Turgut’ta hem Milas İkizköy-Akbelen’de kömür madencilerine karşı halk direniyor. Yalnız da değiller artık.
Sadece Muğla’da değil, tüm Türkiye’de, hatta dünyada çevreciler ve yaşam savunucuları onların yanında.
Yerel yönetimlerimiz de direnen köylünün yanında.
Bütün sokaklarda yankılanıyor;
“Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma!”,
“Direne direne kazanacağız”..
Dip Notlar:
(1) : https://www.youtube.com/watch?v=nRLq-B-yuAU
(2)-(3) : https://www.komurungercekbedeli.org/

Makina mühendisiyim. İstanbul’dan Muğla’ya bir otel şantiyesinde çalışmak için 1991 yılında geldim. Geliş o geliş. O günden bu yana Muğlalıyım. İnşaat faslından sonra turizmde teknik müdür olarak 17 sene çalıştım. Arada 3 sene Antalya merkezli çalışma var ama o zaman bile Muğla ile bağım kopmadı. Muğla’ya yerleştiğim yıldan bu yana Muğla’nın havasına, suyuna, taşına, toprağına sahip çıkma mücadelesine elimden gelen desteği vermeye çalışıyorum. Gündem Fethiye ile bu vesile ile tanıştık, yazılarımla da bir nebze katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana.