UMUT SADECE FAKİRİN DEĞİL HERKESİN EKMEĞİ OLMALI!
Yıl 1957, yer Amerika. Psikobiyolog Curt Richter ve asistanları Johns Hopkins Üniversitesi laboratuvarında ilginç bir deney üzerinde çalışırlar. (1) Deney su sıcaklığındaki değişimlerin canlıların vücut dirençleri üzerindeki etkisini araştıran ve denek olarak kullanılan farelerin ölümüyle sonuçlanan tatsız bir deneydir.
Deneyin vahşiliği, etik boyutu ayrıca tartışılması gerekir ama benim burada tartışmak istediğim deneyin sonuçları.
Deneyde, belirlenmiş sıcaklıkta içi su dolu kavanozlara bırakılan farelerin hayatta kalma süreleri gözlemlenmektedir. Şartlar aynı şekilde olsa bile farelerin hayatta kalma süreleri aynı şekilde değildir. Bazı fareler birkaç dakika hayatta kalırken, bazı farelerin daha uzun süre hayatta kaldığı görülür.
Araştırmacılar, bunun nedenlerini araştırmak üzere yeni bir deneye geçerler.
Önce 12 evcil fare ile deney tekrarlanır. Farelerin çoğu fazla bir direniş göstermeden birkaç dakika içinde ölürken, bazı farelerin 15 dakika, hatta bazılarının 60 dakika hayatta kaldığı görülür.
Aynı deneyi bir de 34 yaban faresi ile yaparlar. Yaban farelerinin yüzme yeteneklerine rağmen hepsinin önemli bir direniş göstermeden birkaç dakika içinde öldüğü görülür.
Deney sırasında farelerin derilerinin altına yerleştirilen elektrotlarla kalp atışları da ölçülmektedir. Beklentilerin aksine EKG kayıtları, yenik düşen farelerin kalp atışlarında bir hızlanma yerine yavaşlama olduğunu göstermektedir. Farelerin direnmek yerine durumu kabul edip, umutsuzca sonlarını beklediği görülmektedir.
Curt ve asistanları bazı farelerin pes etmesinde ama bazılarının direnmeyi seçmesinin nedenlerini tartışırlar ve bunun altında umut etmenin önemli bir etken olduğu tespitini yaparlar.
Evcil farelerin daha önceden insanlardan yardım gördükleri için kurtarılma umuduna sahip olduğunu ve bu nedenle direnmeye devam ettiklerini ancak yaban farelerinin böyle bir deneyimleri olmadığı içi kurtulma umudu taşımadıklarını ve bunun içinde direnmeyip, pes ettikleri saptamasını yaparlar.
Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak için yeni bir deney daha yapmaya karar verirler.
Deney yönteminde değişiklik yapılır.
Aynı şartlarda fareler yine suya atılır ama tam fareler pes edip, boğulma aşamasında sudan çıkarılır, kurulanır, bir süre dinlendirilip, tekrar suya atılır. Bu uygulama birkaç defa devam eder.
Deneyin sonlarına doğru suya bırakılan farelerin pes etmek yerine kurtulma umuduyla 60 dakika değil, 60 saate kadar yüzerek direndiği görülür.
Curt, ‘farelerin içinde bulundukları durumun umutsuz olmadığını kısa sürede öğrenip, kurtulma umuduyla sonuna kadar direnip, uzun süre hayatta kaldığı’ tespitini yapar.
***
Umut böyle bir şeydir.
Yaşam enerjimizi korumak istiyorsak umudunuzun olması gerekir.
Umudunuz yoksa direnmezsiniz, mücadele etmezsiniz, yaşam enerjiniz tükenir.
Ruh ve beden sağlığınızı koruyamazsınız. Daha baştan kaybettiniz demektir.
Burada hiçbir şey yapmadan tevekkül içinde beklenen bir umuttan bahsetmiyorum.
‘Umut fakirin ekmeği ye Memed ye’ yaklaşımı tamamen kötümser bir bakış açısı.
Fakirler için umudun içi boş bir aldatmaca olduğunu anlatmak için kullanılır.
Ben ise umuda sadece fakirlerin değil, herkesin ihtiyacı olduğunu ama bahsettiğim umudun, birilerinin bizi kurtarması için beklenen umut değil, kendi gücümüze güvenen, enerjiyi sol memesinin altındaki cevahirden alan, zorluklar karşısında pes etmeyen, aklı hür, vicdanı hür insanların gelecek güzel günlere olan güçlü inançları olarak görüyorum.
Bu inanç doğrultusunda bıkmadan usanmadan yaptıkları mücadele olarak anlıyorum.
***
“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.”(2)
Bugün çıkar çevrelerinin, egemen güçlerin milyonlarca insanı istedikleri gibi soyup, soğana çevirmeleri ve saltanatlarını sürdürebilmeleri için bu düzenin böyle gelmiş, böyle gideceğine bizleri inandırmaları gerekiyor. Onlarda bunun için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
Savaşların olmadığı, herkesin insanca yaşadığı, kulun kula kulluk etmediği, eşit, adil, özgür, kardeşçe, dayanışma içinde bir dünyanın hayal mahsulü olduğunu, hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğine bizleri inandırmaya çalışıyorlar.
Onlar bu yüzden umudun düşmanıdır.
Akar suyun, meyve çağındaki ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı.
***
UMUT OLMADAN HİÇBİR ŞEYİ BAŞARAMAYIZ!
Tek adam keyfi yönetiminin uygulamalarıyla her gün içimiz biraz daha kararıyordu. Ne Adalet kalmıştı ne de Kalkınma. Kamuya ait bütün iktisadi teşekküller, fabrikalar satılmış, şimdi sıra ormanlara, doğal sit alanlarına, milli parklara, koylara, kıyılara, göllere, akarsulara, derelere, bağımıza, bahçemize, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine gelmişti. Köylerimiz bile bir bir madencilere satılıyordu.
Adalet kalmamıştı. Kanunlara uyan yoktu. Mafya her yerde cirit atıyordu.
Her türlü imar ihlalleri, kanuna, kuralına uymayan yapılaşmalar “İmar Barışı” adını verdikleri süslü cümlelerle affedilmiş, dere yataklarına yapılan yapılaşmalar sellerle, fay hatlarına yapılan çürük çarpık yapılaşmalar depremle yerle bir olmuş, binlerce insanımız toprak altında kalmıştı.
Ama onlar hala büyük bir pişkinlikle binlerce insana mezar olan binaları yapanlara büyük ihaleler verip, yeni binalar yaptırıyorlardı.
Devrilen trenler, patlayan siyanür havuzları, toprak altında kalan işçiler onların umurlarında değildi.
Ne yasaları ne de Anayasa’yı takıyorlardı. “Yüksek Yargı” artık “Alçak Yargı” olmuştu. Adaletsizleri aklama yerlerine dönüşmüştü.
Adalet bakanlığı, var olan adalet kırıntılarını nasıl yok edebiliriz, ya da adaletsizliklere nasıl yeni kılıflar uydurabiliriz diye çalışıyordu.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı çevrenin, Tarım ve Orman Bakanlığı tarım ve ormancılığın yok edilmesi için çalışıyordu.
Vatandaşların temel sağlık hizmetlerini alabilmesi için aylar sonrasına randevu verilmesi Sağlık Bakanlığı’nın umurunda değildi.
Enflasyon yüzde 150-200 olmuş, emekliler üç kuruşa muhtaç hale getirilmiş, sahte Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) rakamlarıyla işçinin emekçinin hakkı gasp edilmişti.
Medyanın büyük çoğunluğu satın alınmıştı. Halktan toplanan vergilerle yayın yapan TRT bütün yasal zorunlulukların hiçbirine uymuyor, iktidarın borazanı şeklinde yayın yapmaya devam ediyordu.
Hak aramak için yapılmak istenen her türlü grev, miting, toplantı, gösteri her fırsatta yasaklanıyordu.
Böyle bir ortamda 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde tek adam yönetiminin bütün devlet olanaklarını ve bürokrasisini kullanarak yaptığı her türlü yalan propagandaya rağmen iktidar partisinin birçok il ve ilçede seçimleri kaybetmesi, ana muhalefet partisinin 47 yıl aradan sonra birinci parti olarak çıkması Türkiye sandık demokrasisi açısından başlı başına bir devrimdir.
Çünkü artık herkes tek adam yönetiminin sandıkla geldiğini ama sandıkla gitmeyeceğine inanmaya başlamıştı.
Tek adam iktidarının, devletin radyo ve televizyonu yanı sıra satın almış olduğu medya ile sürekli yaptığı yalan propagandanın etkisi altındaki halkın gerçekleri görmesi nasıl sağlanacaktı?
İmkânsız görünen bir şey oldu. Artık yoksulluğun dibini yaşayan halk, iktidarın yalanlarının artık karın doyurmadığını gördü ve iktidara tanıdığı krediyi kesti.
Yerel iktidara en yakın muhalif partilere oyunu verdi.
Toplumda uzun zamandır erozyona uğramış olan ‘Geldikleri gibi giderler’ umudu yeniden oluştu.
***
Muğla’da yaşadığımız deneyimden ana muhalefet partisinin ne kadar alternatif olacağı tartışılsa bile tek adam yönetimine karşı ülke çapında bir tepki verilmesini çok önemli buluyorum.
Muğla’da yaşam savunucuları, çevreciler Menteşe’de çimentoculara, Marmaris’te Sinpaş’a, Milas’ta Bargilya-Tuzla sulak alanında yapılmak istenen Ağaoğlu’nun inşaatına ve Akbelen’de Limak’a karşı mücadele ederken bir yandan da ana muhalefet partisi yönetimindeki belediye yönetimleriyle de mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Seçimler döneminde bahsi geçen belediye başkanları aday gösterilmedi.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ahmet Aras’ta seçimden hemen önce Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) ile protokol imzalayarak daha önce yapılan yanlışların tekrarlanmayacağına dair hem güvence hem de söz vermiş oldu.
Hep birlikte göreceğiz.
Umut bir duygudur. Umut, beklediklerimizin olacağına, başarabileceğimize, daha güzel günler görebileceğimize olan bir inançtır.
Umut olmadan hiçbir şeyi başaramayız.
***
Mevlana şöyle der;
“Umut hiç bitmeyen bahar mevsimidir.
İçinde kar da yağar, fırtına da kopar.
Ama çiçekler hep açar.”
İçimizdeki umut çiçeklerinin hep daim kalması dileği ile..
Dip Notlar:
- Psikobiyolog Curt Richter ve asistanların Johns Hopkins Üniversitesi laboratuarlarında gerçekleştirdiği bu deney, farklı kaynaklarda özü aynı olsa bile detaylarda farklılık göstermektedir. Farelerin sayıları ve umut deneyi sonrasında yaşam sürelerinin artışlarında dile getirilen süreler farklı farklı. Bazı yazılarda bu süre 80 saate kadar çıkarılıyor. Detaylarda farklılıklar olsa bile kurtarılma umudu olmadan birkaç dakika yaşayabilen farelerin kurtarılma ümidi oluşturulduktan sonra onlarca saat yaşama tutundukları kesin. Benim kullandığım veriler birden fazla kaynaktan derleme veriler.
- Nazım Hikmet Ran’ın Düşman adlı şiirinden alınmıştır.
Makina mühendisiyim. İstanbul’dan Muğla’ya bir otel şantiyesinde çalışmak için 1991 yılında geldim. Geliş o geliş. O günden bu yana Muğlalıyım. İnşaat faslından sonra turizmde teknik müdür olarak 17 sene çalıştım. Arada 3 sene Antalya merkezli çalışma var ama o zaman bile Muğla ile bağım kopmadı. Muğla’ya yerleştiğim yıldan bu yana Muğla’nın havasına, suyuna, taşına, toprağına sahip çıkma mücadelesine elimden gelen desteği vermeye çalışıyorum. Gündem Fethiye ile bu vesile ile tanıştık, yazılarımla da bir nebze katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana.