Aklımda hep ‘İnsanlık Halleri’ üzerine yazmak vardı. Sevgili Burak ve Hülya’dan ‘dilediğim gibi köşe yazısı yazma’ teklifi geldiğinde niye olmasın dedim, yaz işte, al sana köşe…
Gençlik dönemlerimden bu yana politik hayatın içindeyim. Yaklaşık 30 senedir de bu mücadele ekolojik-politik bir mücadeleye dönüştü. Ekolojik-politik bir bakış açısı içinde hayatı anlamaya çalışıyor ve dünyanın efendisi değil, doğanın bir parçası insan olarak ekolojik-demokratik-adil bir toplumun mümkün olduğuna inanıyorum. Bu bakış açısı ile bir yurttaş olarak soluduğum havaya, içtiğim suya, üzerine bastığım toprağa özetle yaşam alanlarına karınca, kararınca, elimden geldiği kadar sahip çıkmaya çalışıyorum.
Dini kaynaklarda birbirinden farklı anlatım olsa da Nuh tufanında dünyadaki kötülüğün kaynağı kötü yola sapmış insanlar olarak gösterilmiş ve çözüm olarak tufanla kötülük üreten insanlar yok edilmek istenmiştir. Tufan sonrası ise gemide oldukları için kurtulan hayvan çiftleri ve bitki türlerinin yanı sıra sadece kötülük yapmayan ve tanrıya inanan insanların kaldığı rivayet edilir.
Bugün de iyiliğin ve kötülüğün kaynağına baktığımızda yine insanları görüyoruz. İster inansın, ister inanmasın iyilik ve kötülük insanlar eliyle üretilmeye devam ediyor.
Neden iyiyiz, neden kötüyüz? Mutlak iyi ya da mutlak kötü insan var mı? Burada şu an bunun tartışmasına girmeyeceğim. Yeri geldikçe insanlık hallerini bu köşede konuşabiliriz.
Tartışmak istediğim diğer bir konu da insanları sadece göründükleri gibi, ya da bizim algıladığımız gibi stabil/değişmeyen kişiler gibi değerlendirmemiz. Kişileri insanlık hallerinden muaf kişilermiş gibi değerlendirmemiz en çok yaptığımız hatalardan biri bence.
İnternette gezinirken gördüğüm psikoterapist A. Cansu Kamar, Gökçe Naz Kamar ve Merve Karaca tarafından oluşturulmuş “İnsanlık Halleri” bloğu var. Orada ‘insanlık halleri’ şöyle tanımlanmış;
“Hayatta her şeyden biraz vardır. Hepimiz hayat boyu halden hale gireriz. Hayat harekettir, durmaz devinir, biz de ona uyarız. Bazen de uymakta zorlanırız. Düşeriz, kalkarız, ağlarız, güleriz, öğreniriz…
Baş etmelerimiz, edememelerimiz, bulduğumuz yollar, kaybolduğumuz köşeler hem çok bize özgüdür hem de insanlığın ortak hikayesidir, insanlık halleridir…”
İnsanı ve insanlık hallerini ıskalayarak hayatı yorumlamaya kalkarsak çok yanılırız. Bazen bütün kötülüklerin kaynağı olarak mülkiyetin özel biçimini, bazen dinden imandan sapışı, bazen ulusal değerleri yitirişimizi ama hep bizim dışımızda ararız.
Evet, hayata bakışımız, düşüncelerimiz, inançlarımız, yaşam biçimimiz, içinde yaşadığımız toplum, sosyal statümüz, ekonomik nedenler bizim ne olduğumuz ve ne yaptığımız üzerinde önemli etkileri var ama iyi ya da kötü, insancıl ya da zalim, cesur ya da korkak olmamız tamamen insan olmamızla ilgili. Auschwitz’de binlerce Yahudi ve muhalifi yakan da biziz, Spartaküs gibi haksızlığa başkaldıran da.
Nazım usta da demiş ya;
“…
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
***
İnsanlık hallerine diğer yazılarımda devam edeceğim. Bu arada Muğla merkez ilçemizde (Menteşe’de) yürüttüğümüz ekolojik mücadele ile ilgili yeni gelişmelerden bilgi de vermek istiyorum.
13 Temmuz, Perşembe günü İdare Mahkemesi önünde eylemimiz vardı. MUÇEP Menteşe Meclisi, Deştin Çevre Platformu ve Bayır Çevre Komitesi’nden arkadaşlarla saat 16.00’da mahkeme önünde toplandık ve çimentocu şirkete Bakanlığın verdiği ‘ÇED olumlu’ raporunun iptali için açtığımız davada bilirkişi raporuna rağmen mahkeme tarafından verilmeyen yürütmeyi durdurma kararını protesto ettik. 17:30’a kadar mahkeme önünde oturma eylemi yaptık.
Eylem 14 Temmuz, Cuma günü de devam etti. Önümüzdeki Pazartesi, Salı ve Çarşamba günü yani 17-18-19 Temmuz’da da devam edecek. 20 Temmuz’da adli tatil başladığı için eylemi sonlandıracağız. Talebimiz bilirkişi raporu ışığında bir an önce ÇED raporunun iptali ve çimentocu şirkete yürütmeyi durdurma kararı verilmesi.
Pazar günü de Akbelen direnişinin 2. yıldönümünde İkizköylülerle birlikte olmak, direnişe de destek vermek için Akbelen’de olacağız. Bekleriz.
Makina mühendisiyim. İstanbul’dan Muğla’ya bir otel şantiyesinde çalışmak için 1991 yılında geldim. Geliş o geliş. O günden bu yana Muğlalıyım. İnşaat faslından sonra turizmde teknik müdür olarak 17 sene çalıştım. Arada 3 sene Antalya merkezli çalışma var ama o zaman bile Muğla ile bağım kopmadı. Muğla’ya yerleştiğim yıldan bu yana Muğla’nın havasına, suyuna, taşına, toprağına sahip çıkma mücadelesine elimden gelen desteği vermeye çalışıyorum. Gündem Fethiye ile bu vesile ile tanıştık, yazılarımla da bir nebze katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana.