Datça’da kamuya ait bir park alanının bir kısmı, Şezlongsuz Datça İnisiyatifi üyelerinin bir bölümünce, kullanımı engelleyen dikenlerden temizlendi; kıyıda duran ve dağılan toprak park alanına yayıldı.
Kavramsal ve aynı zamanda fiili olarak mutenalaştırmanın (gentrification) örneği sayılabilecek parkta, rastgelelikle yetişen dikenler ve rastgele dökülmüş, dağılmakta olan toprak park alanının bir bölümüne serildi.

Bu girişim, toplumsal olanın ilgili kamu kurumlarınca dikkate alınmadığı koşullarda yapıldı. Çalışmanın, kamunun yurttaşlardan oluştuğu kabulüne dayalı olan liberal felsefi anlayışa sahip Anayasa’ya aykırılığı, bizzat kamunun toplumsal olarak kısmen giderdiğini kabul etmek gerekiyor.
Kamunun yurttaşlardan oluştuğunu kabul etmeden, kamu kurumlarının kamuyu temsil eden kurumlar olduğu anlaşılamaz. Bunun anlaşılmadığını ya da farkında olanlar tarafından anlaşılmak istenmediğini birçok uygulamadan biliyoruz. Hatta bir yönetmelikte ‘idareye yararlı’ olmaktan bahsediliyor; kamunun yararı dışında idarenin bir yararı varmış, olabilirmiş gibi.
Kamu kurumlarının kamunun yararına işlem yapmak zorunda olduğunu çoktan unutmuş göründüğümüzü bilmek zorundayız. Hukuk fakültelerinde öğretilen şeylerin başında meşruiyet ve yasallık farkı gelir.
Bizzat yargı organlarının bu farkı dikkate almadığı, yasal olan şeylerin meşru sayıldığı kararlar epeyce yüksek sayıda. Bunun kurallara, örneğin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının Anayasa’ya aykırı ve meşru olmadığını biliyoruz. Yargı kararlarında bir yandan hukuk devleti ile kanun devleti ayrımı tartışılıp Türkiye’nin hukuk devleti olduğu sonucuna ulaşılıyorsa da fiiliyatta kanun devleti bile sayılamayacak, kavrama aykırı kararlar verildiğini biliyoruz.
Hukuk devleti kavramı azınlık haklarının korunmasını esas alan liberal bir kavram. Bu cümlenin yazılıyor olması bile çok vahim bir duruma işaret ediyor. Türkiye’deki çoğunlukçu sistem sayesinde azınlığın hakları olduğu bilinci giderek geriliyor. Bu kavrayışın gerilemesi için bütün ideolojik araçların kullanıldığını söylemek yanlış olmaz.
Buna karşılık, toplumsal düzeyde meşruiyete yaslanan, legal olanın meşru olmak zorunda olduğunu kabul eden bir yaklaşım söz konusu. Şezlongsuz Datça İnisiyatifi’nin kamuya ait park alanını düzenlemesini bu çerçevede ele almak, meşru kabul edilmesi gerektiğini söylemek mümkün.
Olağanüstü hâl ilan edilen deprem bölgesinde kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) kamusal olanın hiçe sayıldığını, İmar Kanunu’nun ve diğer mevzuatın kamu yararını kısmen gözeten hükümlerinin askıya alındığını vurgulamakla yetineyim. Bu kararnamelerin, Anayasa’nın temel yaklaşımı olan kamu yararı kavramını ve azınlık haklarının korunmasını aşındırmaya devam ettiğini belirtmek yerinde olur. Derdim Anayasa güzellemesi yapmak değil. Anayasa’nın, 2017 değişiklikleri yürürlükte olmasa bile otoriter bir anlayışla kaleme alındığı açık. Ama Anayasa kuralları bile uygulanmıyor.
Mutenalaştırma, doğanın tüketilmesi anlayışının, kamusal hakların geriletilmesinin, özel mülk haline getirmenin bir örneği olarak hepimizi etkileyen bir uygulama. Bu konudaki teorik sayılabilecek açıklamalar Datça’daki park örneğinde olduğu gibi, açıklamaların hiç de teorik tartışmalar olmadığını ortaya koyuyor. Mutenalaştırma, özel mülkleştirmeyle atbaşı gittiği, kâr amacına hizmet ettiği için böyle. İyileştirme, güzelleştirme ile mutenalaştırma arasında mantıksal olarak bir zorunluluk yok ama, fiili durum uzun zamandır bu yönde işlediği için giderek mantıksal zorunlulukmuş gibi bir yanılsama yaratıyor. Oysa, güzelleştirmenin toplum yararına da olabileceğinin örnekleri çokça.
Özelleştirme, özel mülkleştirme hepimize ait olan varlıklar üzerinde işliyor. Parkta yapılan çalışma bunun küçük bir örneği. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Başka bir örnek, doğal sit alanı kararlarından: Cumhurbaşkanı’nın belirlediği mutlak koruma alanlarının koordinatları (onun da doğru verildiği süpheli) Resmi Gazete’de ilan ediliyor ama, Çevre Şehircilik İklim Değişikliği Bakanı onayıyla Resmi Gazete’de ilan edilen nitelikli ve sürdürülebilir koruma doğal sit alanlarında Sit Alanları Yönetim Sistemi Uygulaması (SAYS) haritasına atıf yapılıyor. Vatandaş ulaşamıyor o bilgilere. O kararı belki dava edecek yurttaş. Nerede kalıyor kamusallık? Bunun gibi, kamusal hakları mülkiyete, özel hukuk ilişkilerine bağlayan birçok mevzuat hükmü ve idari uygulama var! Zor kullanarak birikim olarak soyutlanan uygulamalar gündelik hayatımıza sızmış durumda.
Bu aynı zamanda, neoliberal küreselleşme döneminin karakteristiklerinden kuralsızlaştırmaya işaret ediyor. İdarenin kararına bırakmak kural koymak anlamına gelmiyor. Kuralsızlaştırmayı kural koymama olarak algılamamak gerekiyor; kural koymakla birlikte karar alma inisiyatifini kamu kurumlarına (keyfiliğe) bıraktığınızda da kuralsızlaştırma işliyor. İdarenin uymak zorunda olduğu kuralları önceden belirlemezseniz kuralsızlaştırma söz konusudur. Türkiye kuralsızlaştırma cenneti halini almış durumda.
Bu aynı zamanda, yine küreselleşmenin özelliklerinden, güvenlik devletinin ifade edilmesi anlamına geliyor. Bu sayede polis, jandarma müdahale ediyor, savcılıklar ortada suç var diye Anayasa’ya aykırı soruşturmaları yürütüyor, mahkemeler mahkûmiyet kararları veriyor. Suçsuzluk karinesi, suçlu olmadığını ispatlama gerekliliği halini alıyor memlekette.
Yaşananlar kuralsızlaştırmanın suçun tanımlanmasına nasıl hizmet ettiğini gösteriyor. Bu cümleyi son zamanlarda kullanmayı pek sevdiğim ifadeyle şöyle tamamlamak mümkün: “Bir hukukçu, hele de marksistse, ister istemez şizoid bir hayat yaşamak zorundadır.” Sistemin nasıl işlediği üzerine söz söylemenin, aynı zamanda sistemin yeniden üretimine katkıda bulunmak anlamına geldiği sürece bu durum değişmeyecektir.
Değişim umudunun, doğrudan demokraside; birbirimize, topluluğa karşı sorumlu hissedersek, hukuk kurallarının yerini belirlemeyi, birlikte yaşamaya dayalı, tahakküme dayanmayan onay bildirmeyi bireysel ahlak umdesi haline getirirsek gerçekleşebileceğini sanıyorum. Bunun çokça bireyselliği yok etme olarak algılandığı; bireysel varoluşun başka yerde tanımlanmaya çalışıldığı bir dünyada yaşadığımızı bilerek.
Bir şarkının sözlerinden bir dizeyle bitireyim: “Güzel günler, ona yürümezsen sana gelmez!”
