Fethiye Kadın Platformu Adına Gündem Fethiye’nin güvenli ve erişilebilir kürtaj hakkı konusunda sorularını yanıtlayan Sema Arda, güvenli kürtaj hakkının aynı zamanda kadının yaşam hakkı olduğunu söyledi. Arda, günümüzde ise yasal olduğu halde kürtajın önüne sistematik engellerin koyulduğunu ifade etti.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Gündem Fethiye kadın hakları mücadelesinin farklı başlıklarını konu alan söyleşi dizisine devam ediyor. Fethiye Kadın Platformu adına Emekli Hemşire Sema Arda, Gündem Fethiye’nin güvenli ve erişilebilir kürtaj hakkı ile ilgili sorularını yanıtladı.
GÜVENLİ, YASAL VE ERİŞİLEBİLİR KÜRTAJ NEDEN HAKTIR?
Arda, kürtaja dair tartışmaların tarihsel gelişimini şu şeklide açıkladı: “1970’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de kürtaj tartışmalarının yoğunlaştığı ve kürtaj hakkına ilişkin taleplerin yükseldiği ancak ülkemizde yasal olarak karşılık bulmadığını söyleyebiliriz. 24 Mayıs 1983’te yürürlüğe giren yasa ‘Aile Planlaması Hakkındaki Kanun Teklifi’ olarak gündeme gelmiş olup gerekçelerinde istenmeyen gebelikler ve tamda sizin sorduğunuz güvensiz kürtajın başta anne ölümleri olmak üzere kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerine de değinmektedir.”
“GÜVENLİ KÜRTAJA ERİŞİM HAKKI, AYNI ZAMANDA KADININ YAŞAM HAKKIDIR”
Arda, güvenli kürtaja erişimin kadınlar için önemi konusunda, kürtajın yasaklandığı ülkelerde kürtaj sayılarının azalmadığını hatırlattı ve şunları söyledi: “Güvenli düşük yani kürtaj denildiğinde uzmanlık eğitiminin parçası olarak ya da gebelik sonlandırılması için gerekli eğitimden sonra sertifikalandırılmış, yetkilendirilmiş olan hekimler eliyle verilen hizmetlerden söz edilmektedir. Güvenli düşük yani kürtaja erişim hakkı, aynı zamanda kadının yaşam hakkıdır. Çünkü deneyimler kürtajın yasaklandığı ülkelerde kürtaj sayılarının azalmadığını kanıtlamaktadır. Bu ülkelerde kadınların, sağlıksız koşullarda canlarını tehlikeye atarak ehliyetsiz kişilerce, bazen de kendi kendilerine uyguladıkları yöntemlerle düşük yapmaları, sağlık için çok tehlikeli sonuçlar doğurmakta ve bu yolla anne ölümleri artmaktadır.”
“KÜRTAJIN YASALLAŞMASI TÜRKİYE’DE DÜŞÜĞE BAĞLI ANNE ÖLÜMLERİNİN ORANINI YÜZDE 2’LERE DÜŞÜRMÜŞTÜR”
Sözlerini yapılan çalışmalarla destekleyen Arda, “Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 yılı hesaplamalarına göre sağlıksız koşullarda yapılan düşük sayısı 20 milyon olup bu sağlıksız koşullarda yapılan düşüğe bağlı anne ölüm oranı yüzde 13’lerdedir. Düşüğün yasallaşması bu hizmetlerin ülkemizde 1983 yılından bu yana ulaşılır olması, düşüğe bağlı yaşanan sorunların ve anne ölümlerinin oranını yüzde 2’lere düşürmüştür. Burada hemen belirtmek isteriz ki sizlere aktardığımız bilimsel verilerin bir kısmında Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu’nda çalışan kadın arkadaşlarımızın ürettiği çalışmalar kaynak olarak kullanılmıştır” dedi.
KÜRTAJ CİNAYET MİDİR?
Kürtajın cinayet olduğu argümanını değerlendiren Arda şunları söyledi: “Bu sorunun sorulmasını yaratan argümanları sunanlar aslında biz kadınları korkunç vicdani bir ikilemle karşı karşıya getirmek istemektedirler. Kendimize kadınları kürtaja iten en büyük neden nedir diye sormamız gerekir. Bunun yanıtı çok basit, her ilişki üremeyi ve hamileliği hedeflemez. Ayrıca her kadın ekonomik, sosyal, politik veya kişisel nedenlerle de anne olmak istememe hakkına sahiptir.
Soruna yalnızca hak olarak doğurup doğurmamak biçiminde de bakmamak gerekir, doğurduktan sonra da kadınların çocuk bakımını üstlenmeleri, hayatlarını sürdürebilmek için çalışmaları ve çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmelerini üstlenmesi de bekleniyor. Tüm bu nedenlerle doğum kontrol yöntemlerine kolayca erişemeyen kadın isteği dışında gebelik yaşarsa ve bu ikilemle karşı karşıya kalırsa sorumlusu kimdir?“
“SAĞLIK OCAKLARI VE ANA ÇOCUK SAĞLIĞI VE AİLE PLANLAMASI MERKEZLERİ NİÇİN KAPATILDI?”
Bu noktada Arda, kürtajın cinayet olduğu düşünülüyorsa neden önceden var olan aile planlama hizmetlerinin ve Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) merkezleri gibi kurumların bugün var olamadığını sorgulayarak şunları ifade etti: “Geçmişte Sağlık Bakanlığı tarafından aile planlaması hizmetlerinin bir parçası olarak gebeliği önleyici haplar (oral kontraseptifler), rahim içi araçlar ve kondomlar, sağlık ocaklarına, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması merkezlerine (AÇSAP) başvuranlara ücretsiz olarak dağıtılmak üzere gönderilmekteydi. Sağlık ocakları ve Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması merkezleri niçin kapatıldı? Kürtajın cinayet olduğunu söyleyenler yanıtlayabilirler mi?
Sağlıkta Dönüşüm Programı olarak övgüyle söz ettikleri sistemde bir tedavi etkisi olmayan gebeliği önleyici haplar (oral kontraseptifler), rahim içi araçlar ve kondomların giderlerini SGK ödememekte, bireyler ve aileler bu önemli koruyucu hizmeti ceplerinden ödeyerek elde etmek durumunda kalmaktadırlar. Diğer taraftan, hastanelerin aile planlaması kliniklerinde gebelikten korunma yöntemi olarak tüplerin bağlanması uygulamaları da SGK ödemeleri kapsamının dışındadır.
Gerçekten kürtajın cinayet olduğu düşünülüyor ve azaltılmak isteniyorsa, yasaklayıcı önlemler yerine gebelikten korunma eğitimleri ve araçlarının yaygın, ulaşılabilir ve ücretsiz olması özellikle de yoksul hizmete erişimi daha güç olan kesimleri gözeterek, yaygınlaştırılması ve kolaylaştırılması gerekmektedir.”
“KÜRTAJI CİNAYETE İNDİRGEYEREK TARTIŞTIRMAK SİYASAL BİR TERCİHTİR”
Tüp bebek uygulamasına değinen Arda cinayet kavramının siyasi tercihler etrafında şekillendiğini söyledi: “Başka bir ilginç ikilemi ortaya koymak için tüp bebek konusuna değinelim, ama tüp bebek uygulamasına karşı olduğumuz kesinlikle anlaşılmasın. Devletin ‘tüp bebek’ için kaynak ayırdığı ve desteklediği bilinmektedir. Tüp bebek uygulaması için birden fazla cenin oluşturulduğu tıbbi bir gerçektir ve bunlardan sadece bir tanesinin kullanılıp, diğerlerinin yok edilmesi işlemi de mi bir ‘cinayet’ tir? Bu cinayet ise neden devlet tarafından desteklenmektedir. Kısacası kürtajı cinayete indirgeyerek tartıştırmak siyasal bir tercihtir.”
KÜRTAJ OLMAK TÜRKİYE’DE YASAK MI?
Arda kürtaj olmanın Türkiye’de kesinlikle yasak olmadığının altını çizdi ve şunları ifade etti: “Kürtajın ülkemizde yasak olduğuna dair bir algı olduğu doğru. Bu algı 2012 yılında kürtajın cinayet olduğu söylemleri ile başlayıp, hazırlanan kürtaj yasa taslağı çalışmaları ve tartışmaları ile toplumda yaratılan algıya dayanmaktadır. Bu algı fiili ve sistematik bir şekilde beslenerek yerleşmeye başlamıştır.”
“YASAL OLDUĞU HALDE KÜRTAJ YAPTIRMANIN ÖNÜNE SİSTEMATİK ENGELLER KONULMAKTA”
Arda, bu konuda hastanelerdeki fiili uygulamaya vurgu yaparak şunları söyledi: “Hastanelerin de çoğunlukla hastaları bu şeklide mi yönlendirdiği kısmına verilecek yanıtlar daha önemli çünkü şu an yasal olduğu halde kürtaj yaptırmanın önüne sistematik engeller konulmakta. Açığa çıkan sonuçları yapılan çalışmalarla ortaya koyabiliriz.
2015 yılında Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın İstanbul’daki kamu hastanelerinde yaptığı ‘kürtaj yoklaması’, 3 kamu hastanesinin isteğe bağlı kürtaj yapmakta olduğunu, 12’sinin yapmadığını ve 17’sinin ise yalnızca tıbbi zorunluluk ve heyet kararı ile yaptığını ortaya koymuştur. Bu çalışmada ayrıca kadınların, kürtaj için özel hastanelere gitmek zorunda bırakıldığı gerçeğine de vurgu yapılmıştır.”
“81 İLİN 53’ÜNDE İSTEĞE BAĞLI KÜRTAJ HİZMETİNİ VEREN DEVLET HASTANESİNİN OLMADIĞI SAPTANMIŞ”
“Kadir Has Üniversitesinin 2016 yılında yaptığı bir araştırma var. 431 devlet hastanesiyle görüşülmüş, sadece yüzde 7,8’i isteğe bağlı kürtaj yaparken, yüzde 78’i ancak medikal zorunluluk durumlarında kürtaj yapmaktaymış. Devlet hastanelerinin yüzde 11,8’i ise hiçbir koşulda bu hizmeti vermediklerini belirtilmiş. 81 ilin 53’ünde isteğe bağlı kürtaj hizmetini veren devlet hastanesinin olmadığı saptanmış.
Kadir Has Üniversitesi’nin 29 Aralık 2020 tarihinde ikincisini yayımladığı ‘Kürtaj Hizmetleri Araştırması Raporu’na’ göre kadın hastalıkları ve doğum bölümüne sahip 295 kamu hastanesinden 10 tanesinde isteğe bağlı kürtaj hizmeti herhangi bir şart gösterilmeden yapılırken, 185 tanesinde yapılmadığı belirtiliyor. Kamu hastanelerinden 102’si, arayan hastalara ‘kürtaj yasak ya da devlet hastanesinde yapılmıyor’ yanıtı verilmiş.”
KÜRTAJ OLMAKLA İLGİLİ YASAL VE TIBBİ SINIRLAMALAR NELER?
Arda, Türkiye’de yürürlükte olan yasalarda, kürtaj olmak isteyen evli kadınlarda eşinin, 18 yaşının altındaki çocuklarda ise ebeveynin onayı gerektiğini, bu durumun da Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerle uyumsuz olduğunu dile getirdi ve şu şeklide açıkladı: “Unutulmaması gereken en önemli konu ülkemizde halen 1983 yılında yürürlüğe giren 2827 sayılı ‘Nüfus Planlaması Yasası’ geçerlidir.
- Bu yasaya göre isteğe bağlı durumlarda 10 haftaya kadar olan gebeliklerin kürtajla sonlandırılması güvence altındadır. Kadın evli ise eşinin, 18 yaşının altında ise ebeveynin onayı gerekmektedir.
- Kadının hayatını tehdit ettiği veya edeceği ya da doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır mağduriyet yaratacağı saptanan hastalık durumlarında 10 haftadan sonra da zaman sınırlaması olmaksızın kürtaja izin verilmektedir.
- Ayrıca bir tecavüz vb. suç sonucu meydana gelen gebelikler için Türk Ceza Hukuku 20 haftaya kadar kürtaja izin veriyor.
Ancak şunu da belirtmemiz gerek yürürlükteki kürtaj yasası, kürtaj kararının verilmesini eşin veya ebeveynin iznine bağlamakta, kadınları bu hakkının kullanımı konusunda ikinci plana itmektedir. Burada Türkiye’nin daha sonradan imzaladığı ‘Uluslararası Biotıp Sözleşmesi’ne göre kişi bedeni üzerine yapılacak girişime kendi karar verir hükmü geçerli olmaktadır. Çünkü kanun ile uluslararası sözleşmeler arasında uyuşmazlık varsa bu uluslararası sözleşmelerinin geçerli olduğunu biliyoruz.”
KÜRTAJ OLMAK VE GİZLİ KALMAK MÜMKÜN MÜ?
Özellikle evli olmayan kadınların gizlilik endişesinin yaşam tehlikesi sorunlarını da açığa çıkardığını söyleyen Arda sistemin nasıl işlediğini şöyle anlattı: “Kürtaja erişim hakkının kısıtlanması; kadınlar için aynı zamanda kendi geleceklerini planlayabilme, sağlıklı yaşayabilme hakkının da kısıtlanmasıdır. Devletin birey olarak görmediği kadının kaç çocuk doğuracağına, doğurup-doğurmayacağına, bunu ne yolla yapacağına karar vermesidir. Bu ancak kadını değersiz gören bir anlayışla mümkündür.
Merdiven altı kliniklerde kürtaj olmayı tercih etmek sık karşılaşılan bir durum. Herhangi bir doktorda test yaptırıp hamile olduğunuzu öğrenirseniz, o kayıtlara geçiyor ve aile hekimi sizi buluyor, bilgisayara dayalı sistemle bu izleme yürütülüyor. Herhangi bir kurumda kürtaj olan bir kadının gizlilik endişesi ise kayıt altına giren bir gebeliğin izlenebiliyor ve akıbeti araştırılabiliyor olması da ayrı bir sorun. Bu endişe evli olmayan kadınlar için yaşam tehlikesi sorunlarını da açığa çıkarmaktadır.
Bu tehlikenin var olduğu koşullarda isteğe bağlı olarak ebeveynlerin haberdar olmasını engellemek amacıyla geliştirilen ‘panik butonu’ uygulaması yeterince bilinmemekte ve etkin kullanılmamaktadır. Bu konuda yaşanılan sorunlar kadını bir birey olarak değil bir anne bir eş olarak görmek isteyen anlayıştan, bu anlayışın ürettiği toplumsal baskının yarattığı, sorumluluğu ve sorunu yalnızca ona yükleyen bir bakış açısına bağlı.”
NEDEN VE NASIL KÜRTAJIN YASAK OLDUĞUNA DAİR BİR ALGI YARATILDI?
Arda, kürtaj yasasının 20 yıldan fazla yürürlükte olmasına rağmen kürtaj tartışmalarının 2012 yılında alevlendiğini söyledi: “Bu algı sistematik olarak yaratılmıştır. Dönemin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın Hilton Otel’de düzenlenen Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nın kapanış oturumunda ‘Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok’ cümleleri ile süreç başladı. AKP Genel Merkez Kadın Kolları 3’üncü Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında ise ‘kürtaj ve sezaryene karşı olduğunu yineleyerek’, ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ söylemini ‘Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız, asla bu oyunlara prim vermemeliyiz’ çıkışı ile doğurma motivasyonunu sürdürdü. Aynı yıl Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın ‘Kadının hakkı olduğu kadar bebeğin de hakkı var’ diyerek kürtajın aile planlaması yöntemi olmadığını, kürtajı sınırlandıracak bir kürtaj düzenle yasa tasarısı hazırlıklarından bahsetmesi, kürtaj hapı olarak bilinen Misoprostol’un ‘amaç dışı’ kullanıldığı gerekçesiyle yasaklanması üzerine o yıllarda ‘Benim bedenim, benim kararım’ sloganlı kadın hareketi protestoları tüm ülkede yaygınlaştı.
Hazırlanan yasa tasarısı derin tartışmalara neden oldu. Fethiye’de pek çok toplantı düzenlendi. Kadınların en geniş katılımıyla Fethiye Esnaf Odası salonunda, Fethiye Kadın Platformu olarak bir panel de yapmıştık.
Sonuç olarak kürtajın yasaklanması ya da sınırlandırılması ile ilgili herhangi bir yasa çıkmadı. Ancak kürtaj karşıtı uygulamalar fiili olarak yaratılan koşullar ve zorlamalarla yasağa dönüşmüş durumda, kamu hastanelerinde bile kürtajın yasal olmadığı algısı hâkim.”
YASAL OLDUĞU HALDE KÜRTAJ YAPMAYAN KURUMLARA KARŞI NASIL YOLLARA BAŞVURULABİLİR?
Arda, yasal olarak var olan bir hakkın engellenmesi durumunda yasal yollara başvurmanın bir çözüm olduğunu fakat çeşitli sebeplerden dolayı durumun bu şeklide ilerlemediğini söyledi: “Sağlık Bakanlığı’nın görevi, kadınların güvenli, sağlıklı kürtaj olabilecekleri sağlık merkezlerini belirlemek, görev tanımlarını ve hizmet kapsamlarını kürtajı içerecek biçimde açıklıkla yapmaktır. Muayenehanelerde kürtajın yasaklanması, pratisyen hekimlerin kürtaj yapmasının engellenmesi, kadınlar açısından sağlıklı kürtaja erişim hakkını kısıtlamaktadır. Kadınlar nereye başvuracaklarını bilemediklerinde, AÇSAP merkezlerinde kapatıldığı için, devlet hastanelerine başvurularda yığılmalar olmaktadır.
Yeterli hizmetin verilmemesi ve yığılmalarda hekimler üzerinde bazen kurumsal baskı bazen de toplumsal baskının da etkili olduğu bilinmektedir. Yasal olarak ortada bir hak var ve devletin vermesi gereken bir sorumluluk bu sorumluluğun yerine getirilmemesi halinde, yapılması gereken ise yasal yollara başvurmak. Ancak toplumsal olarak sorunlu ve tartışmalı özellikle de ‘cinayet’ ile eşdeğer bir algının yaratıldığı bir konuda çoğunlukla kadınlar yasal haklardan ifşa olma korkusuyla ve de nasıl olsa sonuç alamayız düşüncesi ile uzak durmaktadırlar.
Bir hakkın yasal dayanağı olsa bile, ona ulaşabileceğiniz anlamına gelmiyor. Oysa bu hak yasal olduğu gibi, ona erişimin kolay ve ücretsiz olması da gerekiyor. Evet, dolayısıyla çoğu zaman bu gereksinime erişimin önüne getirilen engellerin bedelini yoksul kadınlar ödüyor.”
“MUĞLA’DA FİİLİ KÜRTAJ YASAĞI VARDIR” DEMEK MÜMKÜN MÜ?
Arda bu soruya sayılarla yanıt vermenin doğru olacağını söyledi ve şunları ifade etti: “Kadir Has üniversitesinin ‘Yasal Ancak Ulaşılabilir Değil’ Türkiye’deki Kamu Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri 2020 raporu Muğla ili verilerine göre; Muğla da 13 hastane, 1 Eğitim ve Araştırma Hastanesi bulunmaktadır. Kadın-Doğum Bölümü olan hastane sayısı 11’dir. Muğla Nüfusu, 983.142 ve doğurganlık çağında kadın nüfusu, 239.405’tir.
Bu rapora göre Muğla’da kürtaj yapılması isteği ile aranan 8 hastaneye ulaşılamamış, isteğe bağlı kürtaj yapıldığını söyleyen hastane bulunamamıştır. 3 hastaneden İsteğe bağlı yapılmıyor yanıtı alınmış, 1 hastane sadece tıbbi zorunluluk varsa yapılıyor yanıtını vermiştir.”