Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton, Uluslararası Göç Örgütü uzmanlarının, 2050 yılına kadar yaklaşık 200 milyon kişinin yerinden olacağına dair kabaca bir fikir birliğine vardıklarına işaret ederek, politika belirleyicileri, iklim değişiklinin etkilerine karşı savaşmak için daha azimli adımlar atmaya çağırdı. Vinton, göç etme riskiyle en çok karşı karşıya kalan toplulukların ise iklim değişikliğine en az katkıda bulunan veya hiç bulunmayanlar olduğunu ifade etti.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP- United Nations Development Programme) Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton, iklim krizinden kaynaklanan göçleri Anadolu Ajansı (AA) Muhabiri Dilan Pamuk’a anlattı. Vinton, göç etme riskiyle en çok karşı karşıya kalan toplulukların iklim değişikliğine en az katkıda bulunan veya hiç bulunmayanlar olduğunu söyledi.
Vinton “Birbiri ardına yapılan çalışmalar da göstermiştir ki yer değişikliği riskiyle en çok karşı karşıya kalanlar, genel olarak, en başından iklim değişikliğine en az katkıda bulunan veya hiç bulunmayanlardır, oysa dünyanın en büyük karbon yayıcıları, sonuçlardan kaçmak için daha fazla kaynağa ve daha iyi fırsatlara sahipler.” şeklinde konuştu.
Özellikle kıyı yerleşimleri ile çiftlik alanlarının küresel ısınmanın etkilerine karşı en savunmasız konumdaki bölgeler olduğunu vurgulayan Vinton, iklim göçünün hem göç eden kişiler hem de göç alan toplumlar için etkilerine değinerek şunları söyledi:
“İklim değişikliğinden etkilenen topluluklar zor kararlarla karşı karşıya kalırlar: giderek azalan gelirlerle geçinmeye çalışarak yerlerinde kalmak ya da başka bir yerde sıfırdan başlayarak belirsizliklerle yüzleşmek. İkinciyi seçenler kaderlerini, daha çok, göç akımının kümülatif etkisinin kentsel altyapı, kamu hizmeti ve iş piyasasında zorluklara yol açtığı şehirlerde ararlar. Suriyelilere ev sahipliği yapma deneyimi dolayısıyla Türkiye’nin, bu durumun yol açabileceği zorlukları çok iyi bildiğini düşünüyorum.”
“2050’YE KADAR 200 MİLYON KİŞİ YERİNDEN OLABİLİR”
İklim kaynaklı yer değiştirmelerin çoğunun insan kaynaklı faktörlerin bir birleşimi ile meydana geldiğini ifade eden Vinton, bu tehdidin gerçekleşmesinin bazı yerlerde onlarca yıl sürebileceğini ama bazı ada ülkeleri için manzaranın çok daha kaygı verici olduğunu belirtti.
Vinton, ada ülkelerinin yaşadığı kaygıya örnek olarak Tuvalu Dışişleri Bakanı Simon Kofe’nin COP26 iklim zirvesinde, yakın bir zamana kadar kuru bir toprak olan, okyanusta suyun dizlerine geldiği bir noktada durarak yaptığı konuşmayı gösterdi. Kofe konuşmasında ‘Batıyoruz’ diye uyarmıştı. Denizlerin yükselerek sahil şeridini sular altında bırakması ve deniz sularının tatlı su kaynaklarını kirletmesiyle, Tuvalu 12 bin kişilik nüfusunun tamamını, beklenmedik bir durumla karşılaşılması halinde taşıma planları yapıyor.
“Birçok belirsizliği göz önüne aldığımızda, iklim göçü tahminleri için kesin bir sayı vermek güç.” diyen Vinton, Uluslararası Göç Örgütü uzmanlarının, 2050 yılına kadar yaklaşık 200 milyon kişinin yerinden olacağına dair kabaca bir fikir birliğine vardıklarına işaret ederek “Sıkıntının boyutu, bölgesel gidişata odaklanırsak daha net bir hal alıyor. Örneğin yeni bir çalışma, iklim değişikliğinin, 2050 yılına gelindiğinde 10,5 milyon insanın Meksika ve Orta Amerika’dan kentsel merkezlere taşınmasına yol açabileceğini tahmin ediyor.” ifadelerini kullandı.
“Bunlar korkunç rakamlar” diyerek politika belirleyicileri, iklim değişiklinin etkilerine karşı savaşmak için daha azimli adımlar atmaya çağıran Vinton, “Bizi bekleyen potansiyel acıları, daha kötü senaryoları engelleyebilme, kaçınamayacağımız sonuçlarla baş etme planları yapabilme umuduyla iklim değişikliğini tersine döndürmek için daha azimli çabalar üstlenmek, dünyanın her yerindeki politika belirleyiciler için bir alarm görevi olmalıdır. Ve evlerinden ayrılmak zorunda kalan yüz milyonlarca insanın kabusvari görüntüsü, hükümetlerden ivedi eylem talep etme konusunda insanları harekete geçirmelidir.” şeklinde konuştu.
İKLİM GÖÇÜ İLE MÜCADELE ETMEK İÇİN ALINABİLECEK TEDBİRLER
İklim değişikliğinin, kuraklıkların sıklığını artırarak dünyanın su kaynaklarını azalttığına dair uyarıda bulunan Vinton, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu değişimler, kırsal topluluklarda çiftçilikle geçinen milyonlarca aileyi yerinden etme potansiyeli ile tarımsal ekonomiler için varoluşsal tehditler oluşturuyor. Zaten dünyamız 50 yıl önce olduğundan yüzde 60 daha az ulaşılabilir tatlı suya sahip fakat yeni bir araştırmaya göre, besin talebinin önümüzdeki 30 yılda yüzde 50’den fazla artması bekleniyor. Bu denklemdeki boşluklar dünyanın yiyecek sıkıntısıyla dolu bir gelecek ile karşılaşabileceğine işaret ediyor.”
Vinton, iklim kaynaklı afetlerin teşkil ettiği riskleri azaltmak için yapılması gerekenleri de şöyle sıraladı:
“Daha sıkı bina tüzükleri ve imar koşulları ile titiz uygulamalar, evlerin ve altyapıların kuru nehir yataklarına, taşkın yataklarına veya diğer risk alanlarına inşa edilmemesini sağlayabilir. Sulak alanların onarılması gibi doğaya dayalı çözümler, taşan nehirler için en kalın betondan bile daha etkili olan bir ‘boşaltma valfi’ sağlayabilir. Gelecekteki kurak dönemlerde kullanım için ender su stoklarını korurken sel basınçlarını hafifletmek için kentsel alanlarda (örneğin, otoparkların altına) su depolama sistemleri inşa edilebilir. Tarımda, şiddetli hava koşullarına rağmen büyüyebilen mahsullerin yetiştirilmesi teşvik edilebilir. Daha verimli sulamaya geçişi teşvik ederek çiftliklerin bol su kaynaklarının kullanımına daha az bağlı olması sağlanabilir.”
Bu tür uygulamalarla iklim göçünün ölçeğinin indirgenmesine yardımcı olunabileceğinin altını çizen Vinton “Ama iklim göçünden tamamen kaçabilmemizin bir yolu yok. Bu nedenle, göçün sebep olacağı stresi azaltmak ve bu göç akımının hem göçmenler hem de onların göç ettikleri topluluklar açısından faydalı olabilmesi için geniş bir yelpazedeki çabalara yatırım da yapmamız gerekli.” dedi.
“İKLİM GÖÇÜNÜN BEDELLERİ ÇOK AĞIR”
İklim göçünden sadece göç eden toplumların değil tüm dünyanın etkilendiğini vurgulayan Vinton sözlerine şöyle devam etti:
“Afet kaynaklı yer değişiklikleri geçici ve bölgelerle sınırlı gibi görünebilir ancak bedelleri gerek kaybedilen hayatlar gerekse tahrip olan mal, mülk açısından çok ağırdır. İklim krizinin, çevrede belki daha az göze çarpan ama çok daha zararlı biçimlerde değişimlere yol açtığına sürekli şahit oluyoruz. Kıyı bölgelerinde, artan küresel sıcaklıklar deniz seviyelerinin yükselmesine yol açarak, kıyılarda yaşayanların iç kesimlere kaçmak zorunda kalacağına dair korkuları artırıyor.”
Vinton, göçler sırasında, toplumun dezavantajlı gruplarının sağlıklarına, haklarına ve onurlarına yönelik tehditlerle karşılaşacaklarını belirterek bu grupların başlıcalarının yoksullar, daha az eğitimli olanlar, engelliler, çocuklar, yaşlılar, savaşlardan etkilenenler ve her türlü azınlıkların olduğunu kaydetti ve bunların yanı sıra kadınların da çocuklara, yaşlı ve engelli aile bireylerine bakma sorumluluğundan dolayı orantısız olarak etkilenmelerinin muhtemel olduğunu söyledi.
Göçmenlerin haklarından faydalanabilmelerinin önemine değinerek her göçmenin ve mültecinin temel insan haklarına saygı duyulmasının yanı sıra göçmenlerin daha bilinçli seçimler yapabilmelerini sağlamanın temel bir ilke olduğunu anlatan Vinton, sözlerini şöyle tamamladı:
“Genellikle ülkeler bu ilkeleri göz ardı ederler ve topluluklarına yeni insan gruplarını katmanın sadece maliyetlerini ve risklerini göz önünde bulundurarak her türlü göçü engellemeye çalışırlar. Bu durum, insani dayanışma eksikliğini göstermenin yanında, göçün, alıcı ülkelere neredeyse her zaman sunduğu kanıtlanmış ekonomik ve sosyal faydalar düşünüldüğünde aynı zamanda öngörüsüz bir davranıştır. Bu noktada asıl zorluk, zaman kaybetmeksizin ülkeye yeni gelenlerin alışabilmelerini, kendi kendine yeterliliği başarmalarını ve yeni yurtlarına katkıda bulunmalarını sağlayacak politika ve uygulamalar hazırlamak ve halk desteği oluşturmaktır.”