Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, agroekolojik tarımın önemi ve endüstriyel tarım politikalarının hem çiftçiler hem de toplum sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkilerini Gündem Fethiye’ye anlattı. Çobanoğlu, kimyasal gübre ve pestisitlerin toprağı ve suyu zehirlediğini, endüstriyel tarımın ise çiftçiyi yoksullaştırıp şirketlere bağımlı kıldığını söyledi.
Agroekoloji, yalnızca kimyasal kullanımını azaltan bir üretim modeli değil; aynı zamanda doğayla uyumlu, yerel bilgiye dayalı ve sosyal adaleti gözeten bir tarım yaklaşımı olarak öne çıkıyor. Toprağın verimliliğini koruyan, su kaynaklarını tasarruflu kullanan ve biyoçeşitliliği destekleyen agroekoloji, endüstriyel tarımın yol açtığı iklim krizi, gıda enflasyonu ve çiftçi yoksulluğuna karşı sürdürülebilir bir alternatif olarak görülüyor.
Agroekolojik tarıma ilişkin Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, Gündem Fethiye’den Yasin Çoban’a açıklamalarda bulundu.


“KİMYASALLARIN BİR KISMI GIDANIN BESLEYİCİ ÖZELLİĞİNİ ZAYIFLATTIĞI GİBİ BAZILARI DA İNSAN SAĞLIĞINDA ÖNEMLİ ZARARLARA YOL AÇAR”
Kullanılan kimyasallar topraktaki birçok bakteriyi ve canlıyı öldürdüğünden, toprağın karbon emme özelliğini azalttığından bahseden Çobanoğlu, şu ifadeleri kullandı:
“Tohum toprağa ekildiğinde topraktaki nem, bakteri ve benzeri karbon ile beslenmeye başlar, güneş ışığıyla da birleşince yeniden canlanır ve besin haline gelir, kullanılan kimyasal gübreler ve bitkilere ‘ilaç (!)’ adı altında verilen kimyasallar toprağın canlı özelliğini ortadan kaldırdığı gibi karbon emme özelliğini de zayıflattığından dolayı iklim krizinin de önemli nedenlerinden birisi haline gelmektedir.”
Geleneksel ve yerel tohumlar yüzlerce yılda yetiştiği bölgenin ekolojik koşullarına adapte olduğunu ifade eden Çobanoğlu, “Endüstriyel tarım şirketlerinin ‘verimlilik’ adı altında piyasaya sürdüğü tohumların ise bu özelliği yoktur. Daha fazla su istediği gibi, ekolojiye uyumsuzluğun neden olduğu ‘hastalık’ gibi olgular da daha fazla görülür. Buna çözüm olarak da gene kimyasal kullanımı teşvik edilir. Bu kimyasalların bir kısmı gıdanın besleyici özelliğini zayıflattığı gibi bazıları da insan sağlığında önemli zararlara yol açar” dedi.
Çobanoğlu, kullanılan kimyasalların yeraltı sularını zehirleyerek içilemez hale getirdiğini, uygulanan politikaların ise biyoçeşitliliği yok edip geleneksel tohumlarla üretimi engellediğini söyledi. Türkiye’de “havza bazlı üretim planlaması ve modeli” adı altında sunulan politikalarla verilen teşviklerin, biyoçeşitliliği azaltırken daha fazla su kullanımına yol açtığını da vurguladı.
“KULLANILAN PESTİSİTLERİN KANSERE YOL AÇTIĞI BİLİMSEL OLARAK KANITLANMIŞ DURUMDA”
İktidar tarafından verilen teşviklerden yararlanabilmek için sertifikalı tohum kullanma zorunluluğu olduğu söyleyen Çobanoğlu, “İktidarın o havza için belirlediği ürünü yetiştirme zorunluluğu getirilmiştir. Çiftçiyi şirketlere bağımlı hale getiriyor. Yoksullaştırıyor, kendi kaderini tayin etme hakkını yani kendi bilgi birikimine, kültürüne uygun tarımsal üretim yapma hakkını elinden alıyor. Her geçen gün borç batağı artıyor” sözlerini kullandı.
Kullanılan bu modelin insan sağlığına olumsuz sonuçları olduğunu ifade eden Çobanoğlu,
“Kullanılan pestisitlerin kansere yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bunun yanı sıra bazı insanların kullanılan bazı kimyasallara alerjisi de olabiliyor ama ne yazık ki bu düşünülmüyor. Sadece madencilik faaliyetleri değil, endüstriyel tarım da yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını zehirliyor. 30-40 yıl önce birçok kaynak suyu içmeye uygunken şimdi kimse bu suları yemekte ve içmede kullanamıyor.”
Bayer isimli ilaç şirketinin dünyanın en büyük tohum şirketi olan Monsanto’yu satın aldığını hatırlatan Çobanoğlu, “Hal böyle olunca da hem tohumu üretiyor, hem o tohumdan yetişecek olan bitkilerde kullanılan kimyasalları üretiyor, hem de bu kimyasalların zehirleyip hastalandırdığı insanları tedavi edici ilaçları üretiyor. Tarım kimyasallarını üreten birçok şirketin durumu da aynı. Böyle bir sermaye birikim zinciri oluşturan bu şirketler bu zincirin kırılmasını ister mi?” diye sordu.
Endüstriyel tarımın gıda fiyatlarına olumsuz etkileri olduğunu ifade eden Çobanoğlu, “Endüstriyel tarımı sadece üretim sürecinin şekli olarak görmemek gerekiyor. Günümüzde gıda hızla endüstriyel gıda üretimine dönmüş durumda. Yani üretimden pazarlamaya kadar olan bütün süreç şirketlerin denetimine geçmektedir. Kullanılan girdiler çiftçilerin maliyetini arttırdığı gibi çiftçilerin pazara erişimi de zorlaşmıştır. Küçük bir çiftçinin ürettiği ürünü depolaması, doğrudan tüketiciye ulaştırması vb. süreçlerinin önünde de önemli engeller oluşturulmuştur. Bu nedenle marketlerde 30-35 TL’ye satılan bir ürün tarlada 5-6 TL’ye zor alıcı bulmaktadır” dedi.


“DEVLET POLİTİKALARI HİÇBİR ZAMAN BU TARZ ÜRETİME DESTEK VERMEMEKTEDİR”
Çobanoğlu, agroekolojik tarımın endüstriyel tarıma alternatif sunduğunu belirterek 2018’de Roma’da düzenlenen BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) II. Uluslararası Agroekoloji Sempozyumu’nda Küçük Ölçekli Gıda Üreticileri ve Sivil Toplum Örgütleri tarafından yayımlanan deklarasyonda geçen şu ifadelere atıfta bulundu:
“Agroekoloji yalnızca bir takım teknikler ve verimli pratiklerden ibaret değildir. Agroekoloji halklarımız için doğanın dili ile ahenk içinde yaşamanın bir yoludur. Gıda üretim ve tüketim şeklimizi dönüştürmeye ve endüstriyel gıda üretiminden ötürü çöken sosyokültürel gerçekliğimizi iyileştirmek için topraklarımızda yaşanan sosyal, politik, üretimsel ve ekonomik ilişkilerdeki yaklaşımın değişimdir. Agroekoloji yerel bilgi üretmek anlamına gelir, sosyal adaletin temelini atar, kimlikleri ve kültürleri destekler, kırsalın ve şehirlerin ekonomik olarak ayakta kalabilmesini sağlar.”
Türkiye’de agroekolojiye dayalı tarım yapan üretici sayısının çok fazla arttığını söylenemeyeceğini belirten Çobanoğlu, “Çünkü çevresindeki tarlalarda bahçelerde yoğun kimyasallı üretim söz konusu olduğu sürece agroekolojiye dayalı üretim yapabilmekte zordur. Devlet politikaları hiçbir zaman bu tarz üretime destek vermemektedir. Hatta bu kavramın içini boşaltmaya çalışmaktadır. Çünkü agroekoloji üretim aynı zamanda tarım politikaları oluşturulurken çiftçilerin düşüncelerine kararlarına destek vermek, onların ekosistemle uyumlu tohumlarını ve bitki çeşitlerini desteklemek anlamı taşır” dedi.
“AGROEKOLOJİK TARIM İKLİM KRİZİNE DE ÇÖZÜMDÜR”
Agroekolojiye desteğin yalnızca Türkiye’de değil, neoliberal politikaların uygulandığı tüm ülkelerde de bulunmadığını söyleyen Çobanoğlu, “Hatta bu kavramın ve üretim tarzının içini boşaltmak için ‘sertifikalı organik tarım’ uygulamalarını teşvik etmişlerdir. ‘Sertifikalı organik tarım’ demek daha az kimyasal kullanımı ve bu kullanımın kontrolü içinde üreticilerin sertifika veren şirketlere para ödemesi anlamını taşıyor. Yani yapılanlar öyle veya böyle tarımsal üretimi ve gıdayı şirketlerin kontrol etmesini güçlendiriyor” sözlerini kullandı.
Agroekolojik tarımın sürdürülebilir bir yöntem olduğunu vurgulayan Çobanoğlu, “Gıda krizi ve enflasyona da çözümdür. Çünkü agroekolojik tarım iklim krizine de çözümdür, su kaynaklarının tasarruflu kullanımını da. Dünyadaki kullanılabilir suyun büyük bir çoğunluğunu tarımsal üretim tüketmektedir. Agroekolojik üretim aynı zamanda sulardan tasarruf demektir” sözlerini kullandı.
Çobanoğlu, gıda krizi ve gıda enflasyonunun tarımsal üretimin ve gıdanın kontrolün şirketlere geçmesinden kaynaklandığını söyledi. Afrika’daki açlığın nedeni yeterli tarım arazilerinin olmaması değildir, bu arazilerin şirketlerin kontrolünde olması, istedikleri ürünü yetiştirip daha az para kazanacakları ürünleri yetiştirmemeleri olduğunu söyledi.
21. yüzyılda gıdanın halkları “kontrol etmek” için kullanıldığını ifade eden Çobanoğlu, son olarak şu ifadeleri kullandı:
“Amerikan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger 1973 yılında ‘petrolü kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin’ diyerek oluşturmak istedikleri Yeni Dünya Düzeni’ni tarif etmiştir. Bu da gösteriyor ki gıda krizinin ortaya çıkma nedeni uygulanan neoliberal politikalardır. Bu politikaların karşısında durabilmenin yolu da şirketlere bağımlı endüstriyel tarım ve gıda sisteminin alternatifi olan agroekolojik üretimden ve gıda egemenliği mücadelesinden geçer.”












