Kişilerin malına karşı paralı eylemciler bulursun ama
Toplum çıkarı için eylemler her kişinin hür iradesi ile olur[1]…
Muğlalı bir yurttaş…
“Büyük Yalan[2]”lar kitleleri etkileme tekniği olarak Almanya’nın Naziler döneminde kullanılıyordu. Bir propaganda tekniği olarak kullanılan Büyük Yalan’lar; gerçeğin büyük ölçüde deforme edilmesi, çarpıtılması ve yanlış sunulmasıdır. Buradaki amaç, kamuoyunu yanıltmanın ötesinde, yalanın konusu olan kişilerin eylemlerini sınırlamak, etrafa korku salmak, söz konusu kişilere karşı düşmanca söylemler oluşturmak suretiyle hakikatin üstünü örtmektir.
Yalan tekniği ustalarıdır Hitler ve onun Propaganda bakanı J. Goebbels. Bu teknik onlar tarafından içine dehşet/korku (terör örgütleri) da katılarak zehirli bir propaganda aracı olarak, amaçlarına ulaşabilmek için acımasız bir ustalıkla kullanılmıştır. Hitler:
“Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır” cümlesiyle kötülüğü sıradanlaştırmanın formülünü veriyor kendi küçük çıkarları için büyük yalanlar söylemeye hazır olanlara.
Bugün de büyük yalanlar söylemeye devam ediliyor çok daha tehlikeli boyutlarda, ekosistemi yerle bir etmeyi aklına koymuş, doğayı mal gibi gören sermaye sahipleri türleri yok ederek kendi hayallerindeki dünyayı kurmanın peşindeler. Bugün de bir halkı, bir türü, bir dili, bir kültürel zemini toplu olarak yok etmek için süren savaşlar var dünyada ve bunlara soykırım deniyor. Kendi türünü toplu katliamlarla yok etmekten vazgeçmeyen insanlık nihayetinde yeryüzündeki tüm türleri yok etme çılgınlığına ulaştı.
Ekokırım (Ecocide) da bir soykırım suçu olarak kabul edilecek yakında ya da bu yıkım devam ederse kimse için bir gelecek olmayacak! Peki nedir Ekokırım? Çevreye ağır ve geniş çapta ya da ağır ve uzun vadeli bir biçimde zarara yol açmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bilincinde, yasadışı veya keyfi olarak işlenen fiiller ekokırım suçunu oluşturur.[3] Türkiye’nin her yerinde süren doğa talanı, türleri ortadan kaldırmaya azmetmiş biçimde derinleşirken, Muğla’nın dağı, taşı, her yeri delik deşik olmuş durumda. Buraya tatile gelenlerle bir eko gezi yaparak bu yıkımları göstermek mümkün olsa, sanırım pek çok kişi, kıyıları katlederek otel yapanların mekanlarında konaklamayacaktır. İnsanlık kendini yok etmekle para hırsı arasında keskin bir dönemeçte duruyor, parayı doğanın yerine koymanın arzusuyla bütün türleri yok etmenin zemini hazırlıyor ve bunu yaparken iftira atmaktan, kirli oyunlar oynamaktan, yalan söylemekten kaçınmıyor.
Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar- Minima Moralia’dan[4] alıntı yaparsak:
Yalanın ahlak dışı olmasının nedeni, kutsal ve dokunulmaz hakikati çiğnemesi değildir. Onları daha da köşeye sıkıştırıp yok etmek amacıyla üyelerinin ağzından işkenceyle laf alan bir toplum, hakikat üzerine hak iddia edemez…
Oysa biz doğayı ve insanı bir bütün olarak görenler hakikatin bütün yönleriyle açığa çıkmasını istiyoruz. Kendi yaşamı hakkında söz söylemek, kendi adına alınacak kararlara kendi iradesini koymak ve bütünün iyiliği için çabalamak her insanın yaşama hakkıdır.
Geçen hafta, kendi küçük çıkarları için büyük yıkımlar yaratmaya çalışan, bütünü göremeyen insanlar tarafından, bir kara propaganda başlatıldı! Kimler için?
Ekokırım’ı durdurmaya çalışan; dağı taşı, kurdu kuşu, arısı böceği, ağacı mantarı, tarımı, su kaynakları, köyleri ve köylüsüyle neredeyse ortadan kaldırılmak için yeşil olan her yerine saldırılan Muğla’nın yaşam savunucularını karalamak için. Muğla’nın havasını, toprağını, insanını zehirleyen, ormanları yerle bir eden, kömür bulmak için hayatı yok eden termik santrallerinin yanına bir de çimento fabrikası yapılmak isteniyordu 19 yıldır Muğla’da. Çok uzun mücadeleler, emekler sonucu 9 ayrı uzmanlık dalından bilirkişinin verdiği raporlar ve köylülerin kararlı barışçı eylemleri sonucu çimento fabrikasının yapımı durduruldu.
Ormanın ortasında heyula gibi dikilip, çıplak bıraktığı alanda beton bir mezarlık gibi duruyor fabrika binasının hayaleti. Bu devasa ve korkutucu hayaleti çalıştırıp Deştin Çayı’nı ve yaşama dair ne varsa talan etmenin yolunu bulmak için yeni bir hamle yapıldı. Muğla Flash Haber sayfası üzerinden. İkisi avukat 7 yaşam savunucusu isimleri ve resimleriyle birlikte hedef gösterildi ve yaptıkları çevre eylemleri karşılığında milyon dolarlar aldıkları iddia edildi.
Muğla’da yaşayan ve çevre yıkımlarını bilen insanların böyle bir söylentiye inanmayacağı göz önüne alınmış olsa gerek ki, bu yalanı Muğla Postası gazetesi üzerinden yayınlarken daha etkileyici kılmak için; “Muğla’yı Karıştıran İddia” başlığıyla yayınladılar. Çünkü ortalıkta karışacak bir şey yoktu, o halde nasıl karıştırılmalıydı? Söylenen gerçek olsa, iddiaların hakikate dokunan bir yanı olsa, böyle spekülatif bir başlık atmaya gerek kalmaz, haberin kendisi ortalığı karıştırmaya yeterdi.
Soralım mı birlikte: Hangi iddia? Böyle bir iddia var mı, yoksa uyduruldu mu?
Varsa şayet, kim veya kimler attı bu iddiayı ortaya?
Belgeler ve bilgileri görebilir miyiz rica etsek?
Bir suçlamanın haber mi, dedikodu mu, iftira mı, söylenti mi, yalan mı olduğunu nasıl anlarız? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Gazetecilik Etiği İlkeleri’nden[5] alıntı yapalım:
– Gazetecinin ilk görevi, hakikate ve toplumun bilgiye erişim hakkına riayet etmektir.
– Gazeteci bu görevi yerine getirirken dürüstçe haber toplama ve yayımlama özgürlüğü ile adil yorum ve eleştiri hakkını her zaman savunmalıdır. Gazeteci olguya dayalı bilgileri, yorum ve eleştiriden açıkça ayırmakla yükümlüdür.
Ayrıca Gazetecilik Etiği İlkeleri’ndeki 10.madde, intihal, gerçeklerin çarpıtılması, hakaret, iftira, karalama ve asılsız suçlamalarda bulunan bir gazetecinin mesleğini ciddi oranda suistimal ettiğini bildiriyor.
Gazetecilik İlkeleri’nin tamamını okumak iyi gelir hepimize, dipnotta linki bulabilirsiniz.
Merak ettiğim bir şey var, her şeyin paraya tahvil edildiği bir dünya sisteminde; çevrenin, ekolojinin, bütün olarak doğanın, toplum yaşamının, sağlığın, canlılığın korunması için milyon dolarlar verecek birileri varsa, bu kişi ya da kişileri tanımak isterdim doğrusu! Kim bu dünyayı korumak isteyen dünyalılar? Ekosistem Yerine Ego sistemi[6] seçmeyi reddedip paraya metelik vermeyen ve iyilerin yanında duran bu insanlar kim, meraktayım…
Ama burada başka bir detay takılıyor insanın aklına: Ekosistemi korumaya çalışan iyi insanlar çıkıp da milyon dolarlar harcarlarsa İYİLİK yapmakla suçlanacaklar! Kendi küçük çıkarlarını düşünerek Büyük Yalanlar söyleyenlerin yeni hamlesi; kötülüğün iyilik olduğunu söyleme cüreti gibi görünüyor… Hakikat sonrası çağda bu konu üzerine düşünmek dikkate değer görünüyor.
Ama ne mutlu ki hakikati ve iyiliği aramaya devam eden insanlar yaşıyor, yaşayacak ve gerçeğin peşinden giderken sormaya devam edecekler:
Bir insan ömrünü neye vermeli?[7]
Para mı, onur mu, kaç dikenli yol?
Ağacın köküne inmek mi yoksa
Çırpınıp duruyor yaprak dediğin.
[1] Muğla’da çimento fabrikası kurulmaması için mücadele edenlere yönelik karalamalara karşı yapılan yorumlardan biri, yorumu yapan kişinin adını kullanmanın doğru olmadığını düşünerek bir yurttaş olarak belirtildi.
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Yalan_(teknik)
[3] https://altiparmakhukuk.org/blog/av-ozlem-altiparmak–ekokirimin-bir-suc-olarak-taninmasi-neden-onemli-34
[4] Theodor W. Adorno, Minima Moralia, Metis Yayınları, çeviren: Orhan Koçak, Ahmet Doğukan, 6. Basım, Kasım 2009, s.32-33.
[5] https://tgs.org.tr/gazetecilik-etik-ilkeleri/
[6] https://www.youtube.com/watch?v=WfGMYdalClU
[7] Zülfü Livaneli, Bir İnsan Ömrünü Neye Vermeli?
1965 Edirne doğumluyum. Uzun yıllar dokuma işçisi olarak çalışıp, işçi tiyatrosu yaptıktan sonra, hayatta bir dönüm noktası sayılan bir yaşta; 40 yaşında üniversiteye girdim. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okudum ve Sosyoloji yan dal yaptım. Ardından aynı okulda Felsefe ve Toplumsal Düşünce bölümünde Yüksek Lisansı bitirdim. Kendi okulumda 5 yıl boyunca öğretim görevlisi olarak ‘Uygulamalı Etik’ dersini verdim. Üç yıl önce Muğla’ya geldim ve sanki yıllardır burada yaşıyormuş gibiyim…