EGEÇEP’in 20’nci yılı için düzenlediği Ekoloji Kervanı, ikinci gününde Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Bafa Gölü’nü ziyaret etti. Yurttaşlar ekonomik kriz ve zeytinde şirketleşmenin yarattığı baskıları anlatırken, Latmos ve Madran’daki madenlerin hem doğayı hem işçileri yok ettiğini vurguladı.
Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) yerel meclisleri, Muğla’nın Milas ilçesinde dün (15 Kasım) MUÇEP Milas Meclisi ev sahipliğinde 36’ncı Genel Meclis Toplantısı için bir araya geldi. İlk gün çalışmalarında, ilçe meclislerinin faaliyet raporları ve 28 Eylül’de Muğla’nın Menteşe ilçesinde “Süper izin yasası” olarak bilinen 7554 Sayılı Kanun’a karşı gerçekleştirilen Toprağımızı Vermiyoruz mitingi değerlendirildi.
Toplantı kapsamında bugün (16 Kasım) Ege Çevre ve Kültür Platformu’nun (EGEÇEP) 20’nci yılı için düzenlediği Ekoloji Kervanı, Bafa Gölü kıyısındaki Pınarcık Köyü’nde karşılandı.
Ekoloji Kervanı’nın ikinci günü, üçüncü durağında Pınarcık (Mersenet) Köyü’nde, Milenyum Metal Madencilik A.Ş’ye ait boksit madeninin yarattığı etkiler dinlendi.
Yapılan etkinlikte açıklama yapan Arkeolog Selahattin Aydın, bölgedeki tarım, emek ve madencilik politikalarına ilişkin değerlendirmelerinde hem üreticinin hem tüketicinin ağır bir tabloyla karşı karşıya olduğunu belirtti. Aydın, tarımsal üretimde yaşanan yapısal sorunların, köylülerin topraklarını kaybetmesine ve emek sömürüsünün artmasına yol açtığını söyledi.
Üreticinin ürettiğini satamadığını, para etmediğini ifade eden Aydın, “Tüketici ise aynı ürünlere en pahalı şekilde ulaşmak zorunda kalıyor. Çünkü aracı sistemi tüm kazancı götürüyor. Tarımda hızla şirketleşme var. Özellikle Söke ve Menderes civarında köylüler topraklarını kaybederek büyük şirketlerin eline bırakmak zorunda kalıyor. Üretemeyen köylü toprağını satınca, geriye kalan çocuklar şehirlere göçüp asgari ücretle çalışıyor ya da köyünde adeta ırgat gibi bu şirketlere mecbur kalıyor” dedi.
“LATMOS VE MADRAN’DAKİ MADENCİLİK HEM DOĞAYI HEM İŞÇİLERİ YOK EDİYOR”
Maden bölgelerinde yaşanan işçi sağlığı sorunlarına da dikkat çeken Aydın, şunları söyledi:
“Latmos ve Madran Dağı’ndaki feldspat ve kuvars madenlerinde, özellikle Çine’de çok sayıda silikozis hastası işçi var. Benim tanıdığım 200’den fazla işçiden 50’den fazlası hayatını kaybetti. Bu insanlar hastalık belirtileri ortaya çıkar çıkmaz işten atılıyor, sahipsiz bırakılıyor. Halen ölümü bekleyen pek çok işçi var. Davaları yıllardır sürüyor; kimi kırk kiloya düşmüş durumda. Bir işçinin üniversite okuyan kızına burs bulmak için günlerce uğraştım, bulamadım.”
Madran suyunun şirketlere devredilerek ticarileştirildiğini söyleyen Aydın, “Marketlerde ‘Madran Kaltun’ diye görürsünüz. Kaltun’un sahibi kim? Eski CHP milletvekili. Yani yerelde şirketleşme olunca herkes aynılaşıyor. Para devreye girince siyaset fark etmiyor” dedi.
“DOĞA KATLEDİLİRKEN EMEK DE ÖĞÜTÜLÜYOR”
Maden yasalarındaki değişikliklerle yıkımın daha da büyüyeceğini belirten Aydın, “Dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz ama madenler pıtrak gibi çoğalıyor. Son maden yasasıyla bu yıkım daha da hızlanacak. Yalnızca doğa değil, emek de öğütülüyor. Şirketlerde hastalanan işçilerin tamamı kovuluyor” ifadesini kullandı.
Arkeolog Selahattin Aydın, ardından Pınarcık köylüleri açıklama yaptı.
Bölgede yaşayan köylüler, hem tarımsal üretimde yaşadıkları ekonomik sıkıntıları hem de bölgedeki tarihi alanların madencilik faaliyetleri nedeniyle yok olmasını eleştirerek açıklamalarda bulundu. Köylüler, zeytin üretiminin ekonomik çıkmaza sürüklendiğini belirtti.
“ÜRETİYORUZ AMA PARA YETMİYOR, MALİYETLERE YETİŞEMİYORUZ”
Bölgede yaşayan bir üretici, zeytin ve zeytinyağı üretiminde yaşanan zorlukları şu sözlerle anlattı:
“Üretiyoruz ama ürettiğimizi satamıyoruz; sattığımızda da para yetmiyor. Maliyetler çok fazla. İnsanlar kendi gündeliğini çıkarmak zorunda ama bizim zeytinimiz bunu karşılayamıyor. Ne biz kazanıyoruz ne çalışan insan kazanıyor.”
Market raflarında zeytinyağının 500–600 liraya satılmasına rağmen üreticinin bu fiyattan pay alamadığını vurgulayan yurttaş, “Büyük şirketler piyasayı ele geçirmiş durumda. Memleketin zeytinini değersizleştirmeye çalışıyorlar. İspanya’dan, başka ülkelerden zeytin getirip markalayıp satıyorlar ama bizim zeytinimizin kalitesine yaklaşamıyorlar. Buna rağmen bizim ürüne para vermek istemiyorlar” dedi.
Ellerindeki kaya resimlerini gösteren başka bir köylü şunları söyledi:
“Bu gördüğünüz kaya resimleri taş ocaklarına kurban ediliyor. Bir tarih yok ediliyor, geçmişimiz yok oluyor. Belki önemsenmiyor ama hepsi birbiriyle bağlantılı.”
Latmos ve Bafa’daki kaya resimlerinin dünya ölçeğinde değer taşıdığını hatırlatan köylü, şunları söyledi:
“Yıllar önce Azerbaycan’daki Gobustan’a gittim; bizim resimlerin aynısı var. Orayı korumaya almışlar, giriş ücretli ve dünyanın dört bir yanından binlerce turist geliyor. Hem tarihlerini koruyorlar hem de para kazanıyorlar. Biz ise burayı birkaç madenciye peşkeş çekiyoruz.”
“YAŞAMI SAVUNMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK”
Köylülerin ardından Avukat Arif Ali Cangı açıklama yaptı.
Sermayenin artık emeği değil doğayı sömürdüğünü belirterek bu sürecin toplumsal eşitsizliği derinleştirdiğini ifade eden Cangı, “Ekolojik sorunlar zincirleme şekilde her şeyi etkiliyor. Sağlığımızı etkiliyor, geçimimizi etkiliyor. Karşı karşıya olduğumuz saldırı, orta ve düşük gelirli insanların yaşamını zorlaştıran bir süreçtir. Sömürü artık sadece emeğe yönelik değil; doğanın sömürüsüne dönüşmüş durumda” dedi.
Cangı, maden şirketlerinin aldığı ruhsatlarla çok düşük bedeller ödeyerek doğayı talan ettiğini belirtti EGEÇEP’in 20 yıldır yaşamı ve doğayı savunduğunu hatırlatan Cangı, ekoloji örgütlerinin güçlenmesi gerektiğini vurguladı
Kervanın dün (16 Kasım) Uşak’tan yola çıktığını hatırlatan Cangı, son olarak şunları söyledi:
“Bugün Akbelen’de son bulacak, hafta sonu Burhaniye’ye gidecek. Böylece birbirimize dokunarak, dayanışarak mücadeleyi ortaklaştıracağız. Vazgeçmeyeceğiz. Mutlaka yaşamı savunacağız. Yaşamı savunmaktan başka çare yok. Direnmekten başka çare yok. Yaşamak için direnmek şart.”











