Bazen bağıra çağıra ifade ettiğimiz bazen saklamak için gayret ettiğimiz bu ‘duygu’ nedir? Aslında duygular hayatımızın her anında vardır, bazen bir olay bazen gördüğümüz bir nesne ya da aklımızdan geçen bir düşünce duygularımızı ortaya çıkartabilir. Şu an bu yazıyı okurken dahi bazı duygulara sahip olabiliriz. Bazılarımız yeni bir yazı okumanın heyecanını yaşıyorken bazılarımız için sıkılmışlık duygusu yaratabilir.
Duyguları inceleyecek olursak; evrensel olarak kabul gören her insanın yaşadığı ve benzer isimlerle adlandırdığı temel (birincil) duygular mutluluk, üzüntü, korku, şaşkınlık, öfke, güven ve iğrenmedir. İkincil duygu olarak adlandırdığımız birincil duyguların birleşiminden ve deneyimlerimizle oluşan duygular ise neşe, suçluluk, heyecan, sıkılmışlık, mahcubiyet, pişmanlık, utanç, gurur ve daha fazlası.
İkincil duygular birincil duygular gibi evrensel değildir. Her ülkede ya da kültürde anlamlandırılamayabilir. Örneğin; Mikronezya’nın Ifaluk halkı, bağlama bağlı olarak sevgi, empati, acıma, üzüntü veya şefkat anlamına gelen bir duyguya sahiptir. Bu duygu fago duygusu olarak bilinir.
Toplumumuz üzerinden duyguları inceleyecek olursak; toplumumuz birlikte yaşayan, birlikte hareket eden kolektivist bir toplum. Toplumumuzun kolektivist yapıda olmasının duygularla ilişkisine baktığımızda duygularımızı da beraber ve uçlarda yaşamayı sevdiğimiz göze çarpıyor.
Tuttuğumuz bir takım ya da desteklediğimiz bir siyasi parti kazandığı zaman mutluluktan hep beraber sokaklara dökülüp sabaha kadar kutlamalar yapabiliyoruz. Diğer açıdan kaybeden taraf öfkesiyle, kazanan taraf ise sevinçlerini kıskandıkları gerekçesiyle büyük tartışmalara girebiliyor.
Cenazeler de bu durumun önemli örneklerinden. Kayıp yaşayan kişilerin üzüntüsünü paylaşmak için toplanırız, o üzüntüyü onlarla beraber yaşarız hatta üzüntülerini yaşayabilmeleri adına günlerce kayıp yaşayan eve komşular yemekler götürür, yanlarında olur.
Duygularımızı hep beraber yaşarken zorlanmıyoruz ama sıra duygularımızı bireysel olarak ifade etmeye geldiğinde neler oluyor?
Bu duruma öncelikle toplumumuzun ataerkil yapısı üzerinden bakmak istiyorum. Şu cümleyi çok duymuşuzdur: “Babam bizi severdi bilirdik ama sevgisini hiç göstermezdi.” Babalar ise sevgimizi gösterirsek tepemize çıkarlar hemen şımarırlar diye düşünerek sevgilerini göstermekten hep bir adım uzakta durdular. Çocuklar sevginin ne olduğunu tam olarak adlandıramadılar ve çevrelerine de sevgilerini aktarmanın yolunu tam olarak bulamadılar.
Ebeveynler olarak sevgiyi çocuklara göstermekten çekinirken, öfkeyi bağırmaya ya da şiddete dönüştürmekten uzak durmadık. Öfkenin farklı yollarla yaşanabileceğini çocuklara öğretmek yerine bizim onlara gösterdiğimiz gibi öğrenmelerini sağladık. Erkek çocuklarımız üzüldü, ağlamak istedi; “Sen erkek adamsın, erkek adam ağlar mı” dedik. Üzülmeyi de öğrenemediler.
Yıllar sonra ne mi oldu? Duygusal toplumun duygusal çocukları büyüdü ve duygularını tanımakta ve ifade etmekte zorlanan yetişkinler oldular.

Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunuyum. 2022 yılının ocak ayından itibaren Fethiye’de özel olarak çalışıyorum. Çocuk ve ergen alanında çalışmalar yürütüyorum. Bireysel çalışmalar dışında çocuklar için atölyeler düzenlemekteyim.