Dünya Mimarlık Günü, Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) tarafından, Birleşmiş Milletler’in Habitat Günü’ne de denk gelecek şekilde Ekim ayının ilk Pazartesi günü olarak 1985’ten beri kutlanıyor. Bu denk gelişte mimarların kentsel gelişimdeki rolü öne çıkartılıyor. Ülkemizde, buna genel olarak yapılı çevrenin dönüşümü desek daha doğru. Çünkü sadece kentlerde değil, artık giderek artan şekilde kırsalda, ormanda, dağda, sahilde akla gelecek her yerde çığırından çıkmış bir yapılaşma görüyoruz.
Her yıl farklı bir tema ile etkinlikler düzenlenen Mimarlık Günü’nünde 2024 için tema: “Katılımcı Kentsel Tasarımda Yeni Kuşağın Güçlendirilmesi.” UIA, genç mimarların, katılımcı kentsel tasarım süreçlerine(1), yaşamsal nitelikte görülen sürdürülebilir gelişmeye(2) getirecekleri taze perspektifle dahil olmalarını cesaretlendirmek istiyor.
Burada vurgu, kentlerin büyüme ve onarımının(3), yenilikçi ve sürdürülebilir pratikler yoluyla gerçekleştiği dirençli kentsel ekonomilerin desteklenmesi. Enerji verimliliği, atık yönetimi, sürdürülebilir malzeme kullanımı ve sürdürülebilir hareketlilik ana odaklarıyla, dış kaynaklara bağımlılığın azaldığı çevre dostu kentler yaratılması(4) odağa koyulmak isteniyor.
Bu ifadeleri, uluslararası kurumlar tarafından fazla tekrar ve içi boşaltılmaktan yıpranmışlıktan kurtararak inceleyelim.
Biz neredeyiz?
Türkiye’de biz kıyıları, ormanları, dağları, kumsalları kanser hücresi gibi plansız ve vahşi şekilde büyüyen bir yapılaşma ile yemekle meşgulüz. Sistemin çeşitli ayaklarına ayrı ayrı bakıldığında herkesin kendi yakın perspektifinden haklı bir gerekçesi var. Neyse ki “Kızım, sen de haklısın!” denebilir bana da. Diyeceklerim yakın çevre görüşlerimizi, bakış açımızı genişletmeye yönelik. Bütünü görmeden detayda yaşamanın bizi göz göre göre tam anlamıyla sürdürülemez bir dünyaya götürdüğünü düşündüğüm için, kalıpları biraz aşındırmayı dert ediyorum. Bir durup bakalım yaptıklarımıza, hepimiz.
Elbette ülkemizde bir yandan duyarlı ve sorunsalı olan çok özel mimari işler de yapılıyor. En taze örneği TürkSMD’nin 2024 mimarlık ödüllerinde Yapı Dalında aldığı ödülle kendini hatırlatan Teğet Mimarlık’ın Sille İlkokulu projesi:
Mimarların kaleminden tasarım yaklaşımı aktaralım:
“Sille İlkokulu, hem tektonik ifadesi hem de kamusal eğitim programı ile yüzyıl başından bu yana eriyen yerel dokunun onarımı için bir adım. Tarihi bir yapıdan referansla günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, geleneksel ve çağdaş teknikler bir arada kullanılarak tasarlanan bina geçmiş ve bugün arasında bir diyalog kurma hedefini taşıyor.”
Projenin detaylarını şurada: https://teget.com/project/sille-school/ ve şurada https://www.instagram.com/p/DAvk7MZtZvg/?img_index=3 bulabilirsiniz.
Bir diğer heyecan ve umut veren ödül de ODTÜ Mimarlık fakültesi bünyesinde, öğrenci mezun ve akademislerin dahil olduğu, Acil Tasarım Stüdyosu:
https://xxi.com.tr/i/odtululerden-acil-tasarim-studyosu – https://www.instagram.com/p/DAvcm2vAH6o/?img_index=2,
Her iki proje de detaylı değerlendirmeyi hakediyor. Ancak ortak söylenebilecek şey, çevresel sorunlara çözüm yaratma yolundaki gösterdikleri arayış ve irade. Sille İlkokulu projesi özellikle kültürel devamlılık, çağdaş ihtiyaçların geçmişten de beslenerek en zarif ve yalın şekilde karşılanması, araziye uyumu, yaratacağı yeni kentsel odak ve gelişim ufku gibi kalıcı etkiler taşıyor.
Oysa biz sahilleri yiyip bitirmeye devam ediyoruz. Güzel Fethiye’den mimari değer olarak en önemli sayılacak işler, bakir koylara yapılan, varlığıyla, ulaşımıyla, yapım şekliyle makul sınırlardan çok daha fazla ekosistem tahribatına neden olan ultra lüks tesisler. Katılımcı tasarımı geçelim halka zaten kapalı olan bu özel yatırımlardan sadece Fethiye değil, Muğla’nın tüm güzel ilçeleri payını alıyor.
Kentler, insan eliyle yaptığını onaran, yoğun olabilir ama iyi planlanmış, daha sağlıklı, sürdürülebilir habitatlar yaratabilir. Bu tamamen, elimizdekini tamir edebilmeyi düşünmekten, bunun için bilim ve yaratıcılıktan yararlanacak ekipler kurmaktan geçiyor. Genç mimarlara bu ufukta alan açmak gerekiyor.
Bunları da bir yana ayırıp gündelik çevrenin ve yapıların tasarım süreçlerine bakalım. Bunu da Dünya Mimarlık Günü çerçevesinden belirlediğimiz başlıklarla yapılandıralım:
1.Katılımcı kentsel tasarım süreçleri: 30 yıl kadar önce akademide 1960’larda başlamış olan köyden kente göç olgusunu inceleyen çalışmalar yaygındı. Gecekondu kavramı vardı. Bir de kentlerin imarsız alanlardaki konut geliştirme projeleriyle şekillendiği (Ankara için Eskişehir yolu üzerindeki ilk yapılaşmalar), planlamanın sonradan geldiği yazılır konuşulurdu.
Şimdilerde kentten köye göç ve “gündüzkondu”, “gözgöregörekondu” olarak devam ediyoruz. Planlamanın, yapılaşmadan sonra gelmesi de aynı şekilde devam ediyor. Fethiye özellikle düşük yoğunluklu olmasıyla yine de görece iyi durumda. Çoğunlukla en fazla iki kat Fethiye’deki yeni yapılar. Gerçi Fethiye usulü çarpık çatı dubleksine neden olan imar uygulamaları var ama kat sayısı sınırı genelde devam ettiği için bir Kuşadası ya da Alanya olmadı henüz.
Öte yandan, marjinal tarım alanlarını geçtim, birincil tarım arazilerindeki fütursuz yapılaşma özellikle tarıma çok büyük darbe vurdu. “Tiny house” adı altındaki hiç de küçük ve doğal olmayan, bir orman yangınında “yapımsı”da kullanılan malzemeler nedeniyle içeride kalırsanız zehirli gazlar, dışarıda kalırsanız hızla yayılacak yangın nedeniyle zor zamanlar yaşayacağınız bir takım ucubeler sardı her yeri. Eski usül betonarme ile yapılan imarsız yapılar da durmadı. Devlet deprem yönetmeliğini istediği kadar yenilesin, imarsız yapılardaki mimarlık sorunlarını geçtim, çok ciddi yaşamsal risk yaratacak yapısal kusurlara yapım sırasında yüreğimiz kanayarak şahit olduk tüm emslek sahipleri. Üstü sıvayla boyayla kapandıktan sonra son kullanıcının şüphelenmesi mümkün olmayan bu kusurları içeren yapılar, tüm güzelim birincil tarım arazilerini sardı.
İmarı olan arazilerde de imar projelerindeki yol eğim hataları başta olmak üzere topoğrafyadan kopuk parselasyon ileride oradaki tüm hayatı da kalıcı olarak zorlaştırıyor. Dik eğimler, iyi tasarlanmamış ve yapılmamış istinat duvarlarına, ağır ve çok maliyetli kazı iş makinalı çalışmalara, her türlü standardın dışında yüksek eğimli yollara neden oluyor. Arazideki uyumlu proje yapmak isteyen mimarlar da mevzuattaki gereksiz ağır detaylarla boğuşmak zorunda kalıyor. Bu aceleyle, topoğrafyaya bakmadan sadece araziyi cetvelle eşit bölme kaygısıyla oluşturulan imar planlarına da yine arazinin metalaşması, bekleyen inşaat simsarlarının yoğun baskısı neden oluyor herhalde, bilemiyorum.
Sonuç: Kentsel tasarım süreci olacak ki, buna katılımcılığı tartışalım. Fethiye’de yerel yönetim üzerinde çok yoğun bir “arsa üretimi” baskısı olduğu söylenir. Göç alan bir ilçe olduğumuz için arsalar, yani imarlı parseller yetmiyor. Arsa nasıl üretilir? Tarım arazileri imara açılarak, ne yazık ki.
Peki Fethiye için bir büyüme stratejisi, bütünsel bir kentsel planlama var mı, yani tek yol yine iki katlı yapılar ve üç metrelik çekme mesafelerinden oluşan peynir kutusu şeklinde yapılara neden olan imar planlarına devam etmek mi? Yoksa bir plan dahilinde, nüfus beklentilerinden başlayarak, kapasite ön görümüyle mi ilerlenecek? Böyle bir kentsel planlama yapılıyor mu bilmiyorum. Ama olsa da kapalı kapılar ardında olacaktır. Katılımcılık bizim için çok uzak bir yöntem. Bir yandan, sosyo-ekonomik yapımızla katılımcı tasarımı da halk için değil, rant için haline getirme riskimiz olduğunu unutmamalı.
2. Sürdürülebilir gelişme: Bu sürdürülebilir kavramını bir güzel tartışmak lazım. Şimdilik sürdürülebilir yaşam diye anlayalım. Sürdürülebilir büyüme diye kavram ilk ortaya atıldığından kullanılan bir iç tezatlı kavram vardı. Bunu gördüğümüz yerde uyanalım. Büyümenin sürdürülebilir olmadığını unutmayalım. Dünya artık bize dar geliyor. Çok sayıda gösterge bunu net olarak ortaya koymuş durumda. Ancak “sürdürülebilir büyüme” kavramındaki “yeşilleme” nedeniyle de sürdürülebilir kavramını tamamen terk etmeyelim. Tek çıkış orada çünkü. Her ne yapıyorsak, bunu yapmaya devam etmemiz halinde ne olacağını düşünmek zorundayız. Deniz bitti, kaynaklar tükendi. Şu anda sürdürülebilir gelişmeden sözedebilmek için doğaya etkilerimizi bilmek, anlamak, iyileştirmek, onarmak zorundayız. Mimarların da başta tasarımları olmak üzere, kaynak kullanımında bu sürece çok olumlu katkıları olabilir. Enerji tasarruflu, suyu dikkatli kullanan ve geri kazanan sistemleri, tasarımın tüm aşamalarında mimarlar yönetebilir.
3. Kentlerin büyüme ve onarımı: İnsan nüfusu arttıkça kentler büyüyecek, bu çok net. Buna direnmenin hiçbir anlamı yok. Ama nasıl büyüyecek. 1 numaradaki kentsel tasarım süreçleri içine girdiği için tekrarlamayacağım. Burada ek olarak onarım kavramını atlamamak gerekiyor. Kentler, insan eliyle yaptığını onaran, yoğun olabilir ama iyi planlanmış, daha sağlıklı, sürdürülebilir habitatlara yaratabilir. Bu tamamen, elimizdekini tamir edebilmeyi düşünmekten, bunun için bilim ve yaratıcılıktan yararlanacak ekipler kurmaktan geçiyor. Genç mimarlara bu ufukta alan açmak gerekiyor.
4. Dış kaynaklara bağımlılığın azaldığı çevre dostu kentler yaratılması: Fethiye Türkiye’nin diğer ilçelerine göre bu konuda daha avantajlı diyebiliriz. Ama bu avantajını hızla kaybediyor. Gıda ürünlerinde son derece zengin havzalarını yapılaşmaya, HES’lere, maden ocaklarına teslim ediyor.
Bu sorunları, hepsini masaya yatırıp öncelikle net olarak görmek, sonrasında da ülkenin gelişimini hedefleyen bir çerçevede, etik, adil, gerçek anlamda sürdürülebilir yaratıcı ve çağdaş şekilde çözmek için, daha çok genç tasarımcıya, planlamacıya, uygulamacıya, çiftçiye, bilinçli tüketiciye ihtiyaç var.
DÜNYA MİMARLIK GÜNÜ’NÜZ KUTLU OLSUN.
Mimarım (ODTÜ 1994), Ekoköy Tasarımı, Permakültür (Findhorn 2011) ve Arazide Su Tutma (Tamera 2014) uzmanlıklarım var. 20 yıla yakın ana akım işlerde çalıştıktan sonra Yeşilüzümlü’ye yerleştim. Kırsalın dönüşmekte olduğu günümüzde tasarımcının, disiplinler ve kalıplar arası, esnek, çoğulcu, yapıcı ve yaratıcı çalışma sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Bütünsel yaşam döngüsü, arazi, su, mimari, peyzaj, iç mimari ve ürün tasarımlarına, ait olduğu üretim havzasındaki yerel üretim döngülerine bağlantılandırılabilen, onları zenginleştiren fikir ve projelere destek vermeye çalışırım. Yeşilüzümlü ve yöresinde yıllardır bir parçası olduğum çevre koruma hareketimiz de (Dağ Taş Aş Bizim Platformu), tamamen ekolojik döngülere duyarlı arazi ve yerleşim projelerim de, yerel kadın üreticilerle geliştirdiğim ürünler de, aynı amaca hizmet ediyor. Nihai amacım olan huzurlu bir hayat sürmek.