Datça’da; 1 Eylül Dünya Barış Günü, Datça Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda yurttaş ile birlikte coşkuyla kutlandı: “Savaşa hayır, barış hemen şimdi.”
Muğla’nın Datça ilçesinde yer alan Cumhuriyet Meydanı’nda Datça Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla toplanan yurttaşlar, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü sloganlarla, şarkılarla, şiirlerle kutladı.
Datça Demokrasi Platformu’nun 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla yayınladığı basın metninde şu ifadelere yer verildi:
“Bugün 1 Eylül. Hitler’in Polonya’yı işgali ile başlayan ve milyonlarca insanın yok oluşuna neden olan, çok daha fazlasının da yaşamını karartan 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcının yıl dönümü. Bu acıların bir daha yaşanmaması için, böylesine bir vahşetin sıradanlaşmasına izin vermemek gerekir. Bunun bir parçası da, insanın insana yaptığı zulmü ve bunun insanlık tarihine yüklediği utancı asla ve asla unutmamaktan geçmektedir. İşte tam da bu nedenle, barış sözcüğünün içinin yaşamla, umutla, gelecekten yana doldurulduğu bir gün olarak 1 Eylül, mücadele takvimindeki yerini almaktadır.
Çok sıradan bir kelime olarak da algılanabilecek ‘barış’ sözcüğü, aslında muktedirlerin en çok hedef aldığı kelimelerden biridir. İçi boşaltılmış, anlamı kirletilmiş bir barış… Bunun da farkında olarak, geçmişi hatırlamak, ülkemizdeki barış savunuculuğunun nasıl hedef alındığına, gerçek barışın nasıl itibarsızlaştırılmaya çalışıldığına bir kere daha bakmak hiç de yanlış olmayacaktır.
1 Eylül; barışın insanlar tarafından ihtiyaç duyulan ve savunulan bir kavram haline gelişinin miladıdır. Günümüzde artık tüm savaşların insanlığa ve doğaya karşı bir suç olduğunu biliyoruz. Nerede olduğu hiç fark etmeksizin, herhangi bir savaş, dünyadaki bütün canlıların, dolayısıyla insanların da yaşam kalitesini son derece düşürmekte.
1 Eylül, barışa olan ihtiyacımızı hatırlamanın günüdür. O zaman, hatırlayalım:
1950’de Barışseverler Cemiyeti, Türkiye’nin saldırgan bir savaşın parçası olmasına karşı durduğu için bir yıl sonra kapatıldı ve yöneticileri ağır cezalara mahkûm edildi. Savaşa karşı çıkanlar vatan haini ilan edildi.
Adil ve kalıcı barışın ülkemizde örgütlü bir biçimde savunulması ihtiyacı ile 1977’de kurulan Barış Derneği, 12 Eylül 1980 askeri rejiminin hedefi oldu. Hatta derneğin çalışmaları, daha darbe öncesinden yasaklandı. 1982’de de dernek yönetiminde yer alan 25 kişi tutuklanarak askeri cezaevine gönderildi. Bundan birkaç ay sonra da, bu yöneticilerle birlikte toplam 44 kişi hakkında dava açıldı. Hedef alınansa yine barış sözcüğü oldu! Barıştan duyulan rahatsızlık da, ‘Türkiye Barış Derneği’ni kurup yöneterek, barış sözcüğünün güzel ve tatlı anlamını paravan olarak kullanıp (…)’ şeklinde ifade edildi.
Aslında sözcük gerçekten tatlı, ama savunulması epeyce zor bir sözcüktü… Barışı savunmanın bedeli hakikaten çok ağır! Bu bedeli ödeyenlerin sayısı da hiç öyle az değil. O dönemde, barışı savunan birçok kişi hakkında 2. bir dava daha açıldı. Onlarca hukukçu, yazar, doktor, şair, öğretim üyesi, mühendis, ressam, sinema sanatçısı, rejisör, baro başkanı, gazeteci yıllarca hapiste yattı… Haksız tutukluluk halleri uzun süre devam etti.
Evet, barış, bedeli oldukça yüksek bir kavram oldu. Barışı savunan, anan, talep eden, özleyen, hatta dillendirenler ağır bedeller ödedi ve ödemeye de devam ediyor. Barış bildirisine imza atan 406 akademisyen KHK’lar ile kamu görevinden uzaklaştırıldı. 89’u işten çıkarıldı, 78’i istifaya zorlandı, 27’si emekli edildi. Dik duran yüzlerce akademisyen ise bunun bedelini ödemeye hala devam ediyor. 822 akademisyen hakkında dava açıldı ve kendilerine toplam 3596 ay hapis cezası verildi. Haksız yere tutuklanarak cezaevinde konulan akademisyenler ise bu sayıya dâhil değil. Anayasa Mahkemesi tarafından “ifade özgürlüğünün ihlali” şeklinde karar verilmiş olmasına rağmen, haklı bulunan yüzlerce akademisyen hala görevlerine iade edilmedi, yani üniversitelerinden uzakta!
‘Bu topraklarda barışı dile getirmenin bedeline olabilir ki?’ diye soranlar, merak edenler olacaktır. Türkiye’de barışı ve insan haklarını savunanlar birçok tehlike ile karşı karşıya bulunuyor. Örneğin, ‘çocuklar ölmesin’ derseniz, hapse atılabilirsiniz; barış talep ettiğinizden dolayı hedef gösterilebilir, linç edilebilirsiniz. İş dünyanızdan, sosyal çevrenizden uzaklaştırılabilir ya da adeta bir düşmanmışçasına ötekileştirilebilirsiniz. Bazen itibarsızlaştırılıp, gözden düşürülmeye, unutturulmaya çalışılırsınız. Bazen de suçlanıp, ‘ibret olsun’ diye ağır cezalarla karşı karşıya getirilebilirsiniz. Dinleyene abartılı gibi gelecek bu örnekler maalesef bu ülkedeki yaşanmışlıklardan sadece birkaç tanesini oluşturuyor. Geri kalanın hikâyesi ise oldukça uzun. İşte bu gibi nedenlerden de dolayı 1 Eylül, yani bugün, barışa sımsıkı sarılma günüdür. Barış için verilen mücadeleleri, tüm barış savunucularını hatırlama ve hatırlatma günüdür. Hepimize lazım olan barışın önemini unutmama / unutturmama günüdür.
Barış, birçok insanın zannettiği gibi yalnızca savaşın yokluğu anlamına gelmez. Bazı zamanlarda, savaş yoktur, ama adeta bir barut fıçısının üzerinde oturuyor gibisinizdir. Fıçı her an patlayabilir ve ortalığı kan gölüne çevirip, acılara boğabilir. Ama o anda savaş yoktur… Böylesine ortamlar aslında barışı anlatmazlar; bunlar sadece ve sadece fırtına öncesindeki sessizliğin bir ifadesidir. Gerçek barış ise, savaşın ve yok etmenin tamamen ortadan kaldırılmış olduğu bir dünyayı gerektirir. Bunun için mücadele de aslında, barışın kalıcı ve adil bir biçimde tesis edildiği, daha güzel, daha yaşanası bir dünya için mücadeleden başka bir şey değildir.
1 Eylül Dünya Barış Gününde, tüm barış savunucularının ve barışın yanındayız ve yanında olmaya devam edeceğiz.
Dünyanın pek çok yerinde ve ülkemizde yükselen ırkçı ve militarist karakterli, popülist eğilimli anlayışlar nedeniyle, savaş tehlikesi yakıcı bir şekilde kendini hissettiriyor. Türkiye’de barışın tesisine giden yol, hâkim olan anlayışın tam tersine, savaş tehlikelerinin geriletilmesinden geçmektedir. Bu yol aynı zamanda, çağdaş bir demokrasinin inşasına da hizmet edecektir. Böylesine ayrılmaz bağlar nedeniyle, barış hareketi ve demokrasi mücadelesi birbirinin olmazsa olmazı iki kavramı oluşturmaktadır. Biz DDP olarak kendimizi bunun bizzat bir parçası olarak tanımlıyor, burada, kin ve nefret yayan ayrıştırıcı siyasetler, savaş çağrıları, ırkçı ve militarist söylemler karışında güçlü bir barış çağrısının çok önemli olduğunu bir kez daha vurguluyoruz. Unutmamalıyız, barış savunusu; savaş ve şiddet karşıtı ilkesel bir çağrı olmanın yanında, tüm siyasi aktörleri ve toplumsal kesimleri, daha büyük yoksulluk, daha derin bir ayrışma ve yıkım anlamına gelen savaş siyaseti karşısında, daha iyi bir yaşam umudunu temsil etmektedir.”