Cumhuriyet bayramı çerçevesinde cumhuriyet ve demokrasi için karşılaştırmalı okuma yapmak 40 yıl önce nasıl sansürlüktüyse, halen öyle. Peki biz nereye gidiyoruz?
Yıllar önce lise öğrencisi iken, bir edebiyat hocasının yazısı kuvvetlidir önerisi ile, o yılın Cumhuriyet Bayramı öğrenci konuşmasını yapmam istendi. Matematik ağırlıklı bölüm ve okuldaydım. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi, AAAL, Ankara’nın en iyi lisesi (giriş sınavların üzerinden) ve o zaman için Türkiye’nin de en iyi Anadolu liselerinden biri (Kadıköy Anadolu, Bornova Anadolu ile birlikte). Sınavla girilen (biz 150 kişi girmiştik), sonra çeşitli kent değişiklikleri ve tayinlerle nüfusu artan (mezun olduğumuzda bizim dönem yaklaşık 250 kişi olsa gerek), üniversite sınavlarında fire vermemesi ile bilinen çok iyi bir devlet okulu.
Dönemse, 12 Eylül darbesinin sonrasındaki yıllar. Neredeyse 40 yıl önce. Ülkenin düşünsel ortamının dümdüz ve sessiz hale getirilip siyasal islamcıların, özellikle de şimdi “FETÖ” demenin makbul olduğu Gülen cemaati ve benzeri yapılanmaların boş alan bulup yayıldığı, Uğur Mumcu’nun henüz hayatta olur rabıta üzerine bıkıp usanmadan araştırmalar yapıp yazdığı yıllar. Bizim okul da, AAAL, Ankara Fen Lisesi ile beraber, bu karanlık grupların hedefindeydi. Üzerimizde çalışmaların denenebilmesi için de öncelikle hocaların değişmesi gerekiyordu. Biz de rengini çok açıkça belli etmemeye çalışan ama siyasal islam aleminden geldiğini gördüğümüz müdürün[1] yönetimindeydik.
Ben tabii arka beşli grubundan olarak, Cumhuriyet Bayramı töreninde kürsü konuşması istenmesi fırsatını kaçırmadım. Cumhuriyet ile demokrasi kavramlarını tartıştığım, demokrasinin önemini vurguladığım kısa bir yazı yazdım. Etkinliği düzenleyen edebiyat hocasına verdim. Bir gün sonra geldi hoca[2] ve yazımı çok beğendiğini ama müdür beyin yazının bazı bölümlerini kırmızı kalemle çizdiğini söyleyerek metnimi gösterdi.
Fotokopi zor iş o zamanda, orijinal metnim üzerine kırmızılama yapılmış ve bana geri verilmişti. İki önemli cümle silinmiş. Ama önemli işte onlar. Hocanın da tavsiyesi, yazının bütünlüğüne müdahaleyi kabul etmemem gerektiği ve tavır olarak konuşmadan çekilmemin uygun olduğu şeklindeydi. Öyle de yaptım. Gerçekte ne oldu, kim sansürledi ya da çekilmemi istedi aslında bilmiyorum. Bildiğim tek şey var ki demokrasi düşüncesi sakıncalı bulunmuştu. Bunun üzerine tartışmalar yapmak engellenmişti.
Şimdi neredeyiz? Geçen 40’a yakın yılda ne değişti? Değişim ne yönde oldu? Bu soruları başka zamana bırakarak, 101. Yıla dönmek istiyorum.
Cumhuriyet ile demokrasinin aynı şey olmadığını fark edip akıldan çıkartmayalım. Demokrasinin amaca ulaşıldığında inilecek bir tren değil, bizi her zaman ileriye götürecek zor, çok zor ama tek doğru çözüm olduğunu kabul edelim ve bu yola emek verelim. Yaptığımız işteki ilkelerin, varmak istediğimiz noktadaki değerlerle uyumlu olduğunu ya da gerçekten ne ekersek onu biçeceğimizi içsel olarak bilelim ve buna göre irademizi kullanalım. En önemlisi de kutlamayı, birbirimize bakmayı, birbirimizle iş yapabilmeyi bilelim. Her şeye inat umudu birbirimizde bulalım.
Atatürk’ün ilk Cumhurbaşkanı unvanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kayıtlarına geçmiş ilk konuşmasındaki dayanışma ruhunu, alçakgönüllülüğü ve mesut olma arzusunu hep içimizde tutalım:
“.. Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.” [3]
İnadına umut, inadına dayanışma ile
Cumhuriyetimizin 101. Yılı kutlu olsun!
[1] Abdullah Parlak
[2] Bizim dersimize girmediği için bu edebiyat hocamızın adını hatırlamıyorum. Ama yüzünü hatırlarım. Dönemi bilen arkadaşlar belki ses verir.
[3] T24 internet sayfasından alıntı: https://t24.com.tr/haber/cumhuriyet-bayramimiz-kutlu-olsun-en-buyuk-devrim-101-yil-once-bugun-cumhuriyet-in-ilaniyla-yapildi,1192776 (29.10.2024)
Mimarım (ODTÜ 1994), Ekoköy Tasarımı, Permakültür (Findhorn 2011) ve Arazide Su Tutma (Tamera 2014) uzmanlıklarım var. 20 yıla yakın ana akım işlerde çalıştıktan sonra Yeşilüzümlü’ye yerleştim. Kırsalın dönüşmekte olduğu günümüzde tasarımcının, disiplinler ve kalıplar arası, esnek, çoğulcu, yapıcı ve yaratıcı çalışma sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Bütünsel yaşam döngüsü, arazi, su, mimari, peyzaj, iç mimari ve ürün tasarımlarına, ait olduğu üretim havzasındaki yerel üretim döngülerine bağlantılandırılabilen, onları zenginleştiren fikir ve projelere destek vermeye çalışırım. Yeşilüzümlü ve yöresinde yıllardır bir parçası olduğum çevre koruma hareketimiz de (Dağ Taş Aş Bizim Platformu), tamamen ekolojik döngülere duyarlı arazi ve yerleşim projelerim de, yerel kadın üreticilerle geliştirdiğim ürünler de, aynı amaca hizmet ediyor. Nihai amacım olan huzurlu bir hayat sürmek.