Hayır, bu bir ilan değil. Bu bir sesleniş. Ya da değil, bu bir iç sesin tezahürü. “İlan” kelimesi çok resmî duruyor zaten, ne de olsa bizim topraklarımızda şiddet “resmî” bir mesele değil. Şiddet bir “kaza”, şiddet “tartışma sonucu gelişen bir durum”, şiddet bir “kader.” Çünkü bize böyle öğretildi; şiddet bir sistem değil, bir yanlışlık. Bir istisna. Yüz binlerce kez tekrarlanan, fakat bir türlü kural olamayan istisna.
Ama herkes biliyor. Bilmediklerini iddia edenler de biliyor. Bu toprakların erkek çocukları bir gün babalarından ya da televizyonlardan, öfkeyle sıkılan bir yumruğun “erkeklik haysiyeti” olduğunu, kadınları “terbiye etmek” gerektiğini öğreniyor. Çünkü evin direği sallanmamalı. Çünkü direği sağlam tutmak için kadının omzu ezilebilir, kolu bükülebilir. Yeter ki iktidar ayakta kalsın. Ah, o ne sağlam bir iktidar, değil mi? Kadının her “ama”sı susturulduğunda bir kere daha kutsanıyor.
Biliyor musunuz, iktidar dediğimiz şey öyle taş duvarlar, demir kapılar, kalın kitaplar gibi görünse de aslında koca bir balon. Bir balon var ortada, evet. Şiştikçe büyüyen, büyüdükçe ağırlaşan ama sanki patlamayacakmış gibi kendini havada tutan. Bu balonu ayakta tutan şey bir sır değil: Öfke. Rastgele bir öfke değil, dikkatlice yönlendirilmiş, hedefi itinayla seçilmiş bir öfke. Kadına yöneltilmiş bir öfke. Bir sistem düşünün, bu kadar basit. Öfkesi olan “adam” kadına vurur; vurdukça adamlaşır. Vurduğu yer, onun iktidar alanıdır artık. Sistem öyle bir düzen kurmuş ki, erkeklere küçük iktidar alanları tanıyarak onları daha büyük bir sistemin parçası hâline getiriyor. Bu “küçük erkek tiranlıkları” birer basamak. Kadının yaşamını, bedenini, ruhunu kontrol etmelerine izin veriliyor çünkü böylece kendi “küçük krallıkları” içinde tatmin olan erkekler, daha büyük sistemin devamlılığına katkı sağlıyor. Sistem onlara “Burası senin alanın” diyor, “Burada güçlüsün, burada hükmediyorsun.” Erkek bu küçük alan içinde kendini güçlü hissederken asıl iktidar, onun üzerinde tahakküm kurmaya devam ediyor. Erkek, öfkesini kadına yönelttiği sürece yukarıya bakmayı unutuyor. O kadar meşgul ki, ne kendini sorguluyor ne de sistemi. Büyük balon, küçük patlamalarla ayakta kalıyor. Kadın mücadelesinde yavaşlatıcı cepheler açmaya devam ediyor.
Ve kadın, bu balonun etrafında her gün yeni bir cephe açarak direniyor. Şimdi düşünün. Kadın evinde bir cephe açıyor; bazen bir eşe, bazen bir babaya, bazen bir kardeşe karşı. Sokağa çıkıyor, başka bir cephe. İş yerinde bir patron, bir meslektaş ya da “kadının yeri” konusunda fikir sahibi herhangi bir yabancı. Sonra iktidar çıkıyor karşısına; yasalarıyla, sessizliğiyle, erkek şiddetini meşrulaştıran her bir kararıyla bir cephe daha ekleniyor. Cephe büyüyor. Ama kadın da büyüyor. Savaşan, vazgeçmeyen, yenilse bile ayağa kalkan bir savaşçıya dönüşüyor.
O balonu biz de üfledik. Sessizlikle, korkuyla, kabullenmeyle. Ama asıl üfleyenler, bu düzeni koruyanlar. Erkek öfkesine sessiz kalanlar, yasa uygulamak yerine mazeret üretenler. Çünkü balonu havada tutmak için bu şiddetin görünür olmasına izin vermek gerekir. Ama hep belirli bir sınırda. Birkaç kadının hayatı, büyük sistemin devamı için “görmezden gelinebilir” ve bu yüzden şiddet asla “bilinçli bir tercih” olarak adlandırılmaz. Hayır, bu bir “eğitim eksikliği”, bir “gelir dağılımı adaletsizliği”, belki de “yanlış arkadaş ortamı” ama bilinç? Asla. Çünkü bilinç, şiddeti sorgulatır. Sorgulayan insan, itaat etmez. İtaat etmeyen insan, sistemin düşmanıdır.
Bütün kadınların başı sağolsun. Çünkü onların hayatı, bir başsağlığı cümlesinden ibaret. “Oğlum, sen yapmadın ya” diye rahatlatılan erkekler arasında sessizce kaybolan kadınlar. Her cinayetten sonra “ama” ile başlayan cümlelerde yok olan hayatlar. Ve biz, bu hayatları kaybettikçe, kendi insanlığımızdan bir parça daha kaybettiğimizi görmeyenler… Ah, biz!
İşte bu yüzden, bu bir yanlışlık değil. Bu bilinçli bir politika. Şiddete göz yummak, onu caydırmamak, hatta kimi zaman “anlamak” ve mazeret üretmek bu politikanın parçaları. Çünkü şiddet, kontrol altındaki bir kaos. Çeper her gün biraz daha geriliyor. Kadınların mücadelesi yalnızca bir hayatta kalma savaşı değil; bu, bir özgürleşme savaşı. Bir tarih yazımı.