Bir plaj düşünün zaten mini minnacık bir bölümünü halkın kullanımına bırakmışlar. Buna rağmen insanlar yine de ses çıkarmıyor. Çünkü gençliklerinden, bebekliklerinden beri çoluk çocuk oradan denize giriyorlar. Sevgilileriyle gelip tepeye çıkıp büyüdüğü yerin manzarasını izliyorlar. Hafta sonu piknik yapıyorlar. Kimi zaman o mink plaja kimi zaman hemen batısındaki büyük plaja geçiyorlar.
Gel zaman git zaman plajın üst taraflarında acayip inşaatlar başlıyor. Kitle turizmden nasibini tüm güney kıyı şeridi almışken, burada hangi akla hizmet ise kitle turizmine yönelik “yatırım”sızlık örneği sergilemek için paralar saçılıyor.
Önce bir otel, sonra bir tane daha, sonra bir tane daha derken beş otel, kocaman bir şantiye, arkada villalar… Üstelik toprak, yani zemin bataklık. Çok değil bir yüzyıl önce buralar hep sazlıktı, suydu diyebileceğiniz bir bölge.
Ama yetmiyor. Otelleri yapıyoruz e halen hemşerim demesi gereken kişi ya da kişiler beğenmiyor hemşerisini, burayı bana ait bir bölge nasıl yaparım diyor. İstemiyor vakti zamanında üstünden para kazandığı insanları. Koşa koşa kurumlara gidiyor. Etrafı kanal dolu- dedik ya eskiden dere yataklarının doldurduğu sulak bir alanmış oralar- Devlet Su İşleri’ne (DSİ) başvuruyor. Sonuç alamıyor önce, nedense. Yılmak yok, yola devam, başka türlü başvuruyor.
Eh güney kıyı şeridi hep tarih LİKYA uygarlığının anavatanı bu topraklar. Vakti zamanında 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı olan bölgeden bir şekilde izin alıyor. Kim bilir oralar denizken altında ne hazineler gömülü?
Yetmiyor, senelerdir Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) olan ve hatta, caretta caretta başta olmak üzere bir sürü canlı çeşidinin yuvalama alanı olan ve Bern Sözleşmesi ve CITES (Convention on the International Trade in Endangered Species of Wild Flora and Fauna – Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme) ile koruma altında olan bu bölge için de izin alabiliyor.
Sanırsınız karşımızda Trump var. Her şey onun. Belki burada yaşayan bizler de onun malıyız da haberimiz yok!
Ve öyle bir tarih seçiliyor ki tam yılbaşı üstü her yer tatil iken başlıyorlar kazmaya. Buraya kadar adama hak veren çıkabilir, der ki “özel mülkiyet kardeşim, kurumlar da izin vermiş sana ne!” Ama ne yapılıyor? Ülkenin coğrafi haritasında değişiklik yapılıyor. Bir tepe yok ediliyor. Suyun akış yönü değiştiriliyor. Ve soruyoruz “Bu değişikliklerin ekolojik bedeli nedir?” diye, ses yok tabi!
Tüm dünya feryat figan insan kaynaklı iklim değişikliği sebebiyle bas bas bağırırken, açık denize bakan bu sahil şeridinde rüzgârın ve suyun akış yönü değiştiriliyor.
Bakalım bizi ne gibi felaketler bekliyor. Ülke olarak verdiğimiz taahhütleri hiçe sayan bu mantık, insan hayatını hiçe sayıyor. O bölgede üreyen yaşayan tüm canlıları yok hükmünde görüyor.
Biri umarım akıl vermiştir, iyi bir sigorta yaptırsınlar. Zira insanlar çalışırken ve otellerde kalmaya geldiklerinde çıkabilecek ani fırtınalarda ve sarsıntılarda sular altında kalınca (kendileri sadece paraya önem verdikleri için) nasıl bir bedel ödeyecekler? Giden canlar geri gelecek mi?
Hiçbir canlının yaşam hırsı, insanın para hırsı kadar kuvvetli değil. Kendilerine buradan yatırım tavsiyesi verecek değiliz ama aklı başında tüm dünya kitle turizmden vazgeçip, hali hazırda insanların bayıldığı bu coğrafya gibi yerlerde ekolojik bakış açısıyla butik turizm yapıyorlar. Ey adamlar! Siz halen 80’ler demi kaldınız?
Velhasıl kelam, halkın olan o plajlara erişimi engellediniz, coğrafik yapıyı kafanıza göre değiştirdiniz, olası felaketleri hiçe sayıp (ya da düşünmeyip) can kayıplarına yol açtınız, halihazırda üreme alanı olan bölgeyi talan edip yaşamın devamlılığına bir ket de siz vurdunuz, kim bilir altında nasıl bir tarih yatan bölgeyi de tarumar ettiniz.
Hesabı kim soracak dersiniz? Bu işler ilahi adalete dahi kalmaz, bilesiniz!
