Bilgi ne kadar sınırsız ise insan o kadar tutsaktır. Bu tutsaklık biçimi zincirsiz bir tutsaklıktır ve adına “tutku” denilmektedir. Tutkular körlemesine bir bağlılık gerektirirler; bu duruma, Elias Canneti “Körleşme” adını vermiştir. Öyle bir tutsaklık şeklidir ki; bakarken görmemek, gördüğüne gözünü kapatmaktır. Tutku, o yer/zamanda olmayı düşleyip olamadığında ona yenik düşmektir. Tutkular gerçekte vaz-geçilemeyen birer saplantılar mıdır? “Körleşme”yi okurken bu soruyu sormadan etmek/geçiştirmek olanaklı görülmemektedir.
Çok gezen mi, çok okuyan mı, çok konuşan mı çok bilir? Bilinmez, ancak, tutkularına yenik düşenin tüm bilgilerini paylaşamadığını, gerçekleştirmek istediği olgulardan uzaklaştığını, iki ayrı dünyayı çakıştıramadığını, yaşadığı ile düşleminin örtüşmediğini anlamak mümkündür ki, yazar bunun öyküsünü anlatır gibi.
Canetti romanında metanın egemen olduğu bir dünyada, kıyı-köşede ecüş ile bücüş’ün kol-kola cirit attığı izbelerde var/yok oluşun savaşımını anlatırken, yargıların yaşanılan mekanlar ile nasıl değiştiğini, insanın egosuna kapılıp bir-diğerini sömürerek kendine yabancılaşmasını ve uzantısında yaşanılan paylaşımsızlıkları kahramanlarının yaşam biçimleri ile dile getirmektedir.
“Kitle ve İktidar” da sözünü ettiği kitle ruhu ile gizlenen korkunun avcılık ile birlikte maskelenişi ve buna bağlı olarak gelişen insanın acımasızlığının, iki-yüzlülüğünün, içtenliğe karşı geliştirdiği silahların, paylaşımsızlığın resmini çizer. Tutkunun ayrı bir yönünü daha anlatmaktadır. O da çocukça/saf/doğal kalabilmenin tutkusudur ki buna bağlanmanın/inadına bir diretmenin öyküsünü dillendirir. Kirletilmiş dünyalarda belki de -olabilir- insanın, direncini yaratabilmek için içe-kapanmasını göstermek istemiştir. Kirlenmeye geçit vermeyen bir tutku; “körleşme”
Kör olmanın iki ayrı yönünü açıklar; ilki gerçeği görmeme diğeri ise görememedir. İlkinde bilinçsel bir körlük diğerinde ise bilinçsiz/sürüleşmiş bir körlüktür yaşanılan. İlkinde bir isyan vardır, diğerinde ise aldırmazlık. Ancak sonuçta, ikisinin de olguları değiştirme konusunda farklı olmadıkları ve hiç-bir şeyi değiştiremediklerini göstermesi açısından ironiktir.
Sinoloji uzmanı olan Kien, rütbeli sefiller karşısında rütbesiz bir bilge olarak durmaktadır. Ancak, körleşene karşı kör olarak varlığını korumak isterken her şeyi -okuma, kitaplara olan tutkusu ve yazmak dışında- duymazlıktan, görmezlikten gelerek yapa-yalnızlığın kaçınılmaz sonucundan kurtulamamıştır. Burada bir nokta öne çıkmaktadır ki; o da bilgelik ile rütbelerin uyumsuzluğudur. Paylaşım denilen ter-yüz/düz edilmiş ilişki kalıplarının aslında birer paylaşımsızlık olduğunu görüp, şekilsel paylaşımı/üretimi yaratmaktan uzaklaşmanın farklı bir paylaşımsızlığa neden olması paradoks gibi durmaktadır. Akıllı-delilerin -zihinsel sorunlu olarak görülenlerin- bu günlük telaştan kurtularak, kendileri olmalarının verdiği iç-huzuru akıllı olmaya tercih etmelerinin düşündürücü olduğuna değinmektedir. Bu bir sorgulamadır aslında.
Günlük telaşları içerisindeki insan türünün çıkarlarına yenik düşerek kurulu düzenlerce satın-alınmalarını/devşirilmelerini/küçük düşürülmelerini anlamak/anlamamak çizgisinde, kişinin kendisine yabancılaşmadan direnmesi ile yabancılaşıp çöküşünün bir madalyonun iki yüzü gibi ayrılmazlığını ve bu ikilemde ihtiras ve tutkunun ayrıştığını göstermektedir. İlkelerinden ödün vermeyen bir tutku ile her şeyi ezip-geçen ihtiras arasındaki fark belirginleşmektedir.
Kişi kendi değerini kendisi belirler ve belirlediği yer/zamanda olur.
Yarım yüz yılı geride bırakan bir insanım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. 23 yıl Cumhuriyet Savcısı olarak çalıştım. 10 yıldır avukat olarak mesleğimi sürdürüyorum. Torunlarım için 1984 yılından bu yana yazıyorum. Okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Gündem Fethiye severek katıldığım alanlardan biri oldu.