Akbelen Ormanı’nı korumak için bir yıl önce çadır nöbetine başlayan İkizköylüler, direnişin yıldönümünü yaşam ve doğa savunucuları ile etkinliklerle kutladı. Gündem Fethiye’nin sorularını yanıtlayan İkizköylüler, başarana kadar mücadeleye devam edeceklerini bir kez daha vurguladı.
Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de, Yeniköy-Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. (YK Enerji) iki termik santraline kömür sağlamak amacıyla linyit madeni sahasını genişletmek istiyor. Şirket bu amaçla üç yıldır maden sahasını Akbelen Ormanı’na doğru genişletmek ve ormanla iç içe geçmiş zeytinlik alanları kesmeye çalışıyor.
İkizköylüler ise Akbelen Ormanı’nın kömür madeni için kesilmesine karşı mücadele etmek için 17 Temmuz 2021 tarihinden bu yana Akbelen Ormanı’nda başlattıkları çadır nöbetini sürdürüyor.
“ÜLKE İÇİN, GEZEGEN İÇİN, YAŞAM İÇİN AKBELEN ORMANI’NDAYIZ”
Geçtiğimiz iki gün boyunca, 16 ve 17 Temmuz 2022 tarihinde; İkizköylüler çadır nöbetlerinin birinci yılını doldurması üzerine etkinlikler düzenleyerek yaşam alanlarını ve doğayı korumak için mücadele eden ekoloji bilişenleri, parti temsilcileri ve yurttaşlar ile bir araya geldi.
İkizköy Çevre Komitesi nöbetin birinci yılını doldurması üzerine şu açıklamayı yaptı:
“Tam bir yıl önce güne kesim motoru sesleri ile başlamış, müdahalemiz sonucu kesimi durdurmuştuk. Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğimizi ve koruyacağımızı gösteren bu fotoğrafla birlikte iki yıldır süren mücadele ve teyakkuz halimiz fiili nöbete dönüşmüştü.
Bugün de aynı kararlılıkta ve aynı yerdeyiz. Ağaçlar, taşlar, kuşlar böcekler için, İkizköy için, Muğla için, ülke için, gezegen için, yaşam için Akbelen Ormanı’ndayız. Nöbetteyiz.
Akbelen Ormanı davamızda mahkeme keşfin yenilenmesine, 8 Ağustos günü 3. kez keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verdi. Ayrıca yenilenecek keşif için mahkeme 19 bin TL keşif ücreti talep ediyor. Adalet arayışımız farklı gerekçelerle engelleniyor.
Artık yeter diyoruz. Bir yılı geride bıraktık. Ama 400. günümüz, 2. yılımız olsun istemiyoruz.
İçinden geçmekte olduğumuz felaketler ve krizler çağında başta bakanlıklar ve mahkemeler olmak üzere yaşamı korumak üzere herkesi görevini yapmaya ve sorumlu davranmaya davet ediyoruz. Akbelen Ormanı kesim ve madene tahsis kararının kalıcı olarak iptalini istiyoruz.
Kömürü de kömürden elektrik üretimini de istemiyoruz. Artık insanca yaşamak istiyoruz.”
NEJLA IŞIK: “IŞIKDERE’DEKİ YIKIMI GÖRDÜĞÜMÜZ İÇİN TOPRAĞIMIZI VERMEYECEĞİZ ARTIK DEDİK”
Etkinlikler sırasında Gündem Fethiye’nin sorularını yanıtlayan İkizköylü ve İkizköy Çevre Komitesi Sözcüsü Nejla Işık, verdikleri mücadeleyi şöyle anlattı:
“Bu bir yıllık mücadeleyle üç senemizi doldurmuş olduk biz. İki yıllık mücadelede de öncelik toprağımızla başladı. Bu şirket aslında toprağımıza göz dikti. Biz de Işıkdere’deki yıkımı gördüğümüz için dedik ki ‘toprağımızı vermeyeceğiz artık’ çünkü bunlara elini versen kolunu alıyor, kolunu versen tamamen bedenini alıyor. Bunlara bir dur diyeceğiz, ne kadar karşımızdaki güçlü bir şirket de olsa, bir avuç insan olsak da sesimizi duyuracağız dedik.
Hiçbir zaman umutsuzluğa düşmedik. Başaracağız dedik ve o kadar güzel insanlarla karşılaştık ki şu bir yıl içinde ve bir yıl öncesinde. Az önce bahsettiniz, en önce hukuki yolda ilerleyebilmek için iki avukatımızı bulduk. Onun öncesinde Çevre Mühendisi Deniz Gümüşel’i bulduk, MUÇEP’i bulduk. Bütün STK’la yanımızdaydı. Bütün siyasiler iyi kötü destek verdi. Ama en önemlisi her zaman söylediğimiz gibi buradaki köylü kesinlikle toprağına sıkı sıkı sahip çıktı.”
“YAŞAMAK İÇİN ORMANI ÖLÜMÜNE SAHİPLENDİK”
Şirketin, Akbelen Ormanı ve köylülerin topraklarına saldırmasının aynı şey olduğunu anladıklarını söyleyen Işık, “O ormanı sanki toprağımızla bir bütünmüş gibi kavradık, benimsedik ve hepsini elimizde tutmak için var gücümüzle; az önce de dediler ya ölümüne, yani yaşamak için aslında” dedi.
40 senedir kömürün gölgesinde yaşamaya mahkûm edildiklerini ifade eden Işık, şunları söyledi: “Benim çocukluğumda benim doğduğum sene temeli atılmış 1979’da 42 yaşındayım ve 42 senedir bunun gölgesinde yaşıyorum. Nine dede topraklarımızdan başlamışlar, anne baba topraklarıma gelmişler, eşim Işıkdere mevkili, Işıkdere’yi tamamen yok ettiler ve kendi toprağıma geldiler artık. Düşününü yani yedi nesil gerime doğru gitti ve elimizde hiçbir şeyimiz kalmadı. Benim artık kaybedecek hiçbir şeyim yok. Bana kalan, bizim çocuklarımıza, torunlarımıza kalacak olan miras bırakacağımız ata topraklarımıza göz diktiler.”
Bu duruma dur demek için yola çıktıklarını söyleyen Işık, “Çok güzel diyoruz üç senedir, 2019’dan bu yana, ‘ölmek var dönmek yok’ dedik ama ‘kazanıncaya kadar, başarıncaya kadar’ diyoruz artık” dedi.
“TOPRAĞI MADENE TESLİM ETTİĞİNİZDE ONUN YERİNDE ÖLÜM ÇUKURLARI OLUYOR”
Kömür madenlerinden önce köylerinde ölüm oranlarının bu kadar yüksek olmadığını ve topraklarının daha verimli olduğunu söyleyen Işık, şu an yaşanan durumu şöyle anlattı: “Biz şu güneşin altında, çocukluğumda biliyorum sabahtan akşama kadar tütün işlerdik, orak biçerdik. Güneşin yakıcılığını bu kadar hissetmezdik. Şimdi şurada oturamıyoruz bakın.
İklim krizi hakikaten geldi artık bunun bilincinde olmamız lazım. Gençler var burada. Çok mutlu oldum. Artık gençler bilinçli, çocuklar daha çok bilinçli bunu herkese anlatmamız, baskılamamız lazım. Şurada ‘Kömürsüz Muğla için’ yazıyor. Artık santraller kapatılsın.
Ben her zaman söylüyorum, bir toprağı başkasına verdiğiniz zaman o kişi emek harcar o toprağı güzelleştirir. Gittiğiniz de gezme şansınız olur ama madene teslim ettiğinizde onun yerinde ölüm çukurları oluyor. Dönüşü asla yok.
Bu Akbelen Ormanı hakikaten bizim ciğerlerimiz. Ne pahasına olursa olsun sonuna kadar savunacağız. Bir yılı doldurduk çok mutluyum. Başarıncaya kadar ne kadar sürerse devam ettireceğiz nöbeti.”
“TERMİK SANTRALLERE VERECEĞİMİZ HİÇBİR ŞEYİMİZ YOK”
Işık, Çamköy’ün Karacahisar’ın önünde şirkete karşı bir set oluşturduklarını belirterek “Sert bir kayaya çarptı YK Enerji” dedi. Ata topraklarında yaşamak istediğini vurgulayan Işık, termik santrale verecek hiçbir şeylerinin olmadığının altını çizdi: “Ben burada doğrum, bu ormanlar bu şekildeydi. Zeytin ağaçları vardı. Babamın ben küçücükken aldığı bir zeytin ağacı var, 9 aylık maaşını vermiş o zeytin ağacına. O yüzden zeytinimiz de toprağımız da meyvemiz de kıymetli. Bunun bilincindeyiz. Sağlığımız en başta zaten.
O yüzden termik santrallere vereceğimiz hiçbir şeyimiz yok. Bir avuç toprağımız da bir ağacımız da yok. Bir tane domuz dahi yok. Domuzumuzla her şeyimizle koruyoruz. Yaban hayatını, onların yaşam hakkını savunuyoruz. Temiz havamızı, suyumuzu savunuyoruz.
Susuzluklar geliyor. Bu dinamitler patlatılıyor, sondajlar vuruldu. Bizim ‘Suçıkan’ dediğimiz yerde, Karacahisar’da bacak kadar su çıkardı, insanlar orada suya girerdi. Şimdi koca çay kurudu.”
“TOPRAĞINI KAYBEDERSE BU KADINLARIN ÖZGÜRLÜKLERİ ELLERİNDEN ALINMIŞ OLACAK”
İkizköy direnişinde kadınların ön planda yer almasının sebebini ise Işık şöyle anlattı: “Toprak. Toprağını kaybederse bu kadınların özgürlükleri ellerinden alınmış olacak. Hayvanını besliyor, kendisini besliyor, bahçesini yapıyor, ağaç dikerse topraktan. Tamam bu köyde otelde çalışan var ama burada kendi kendine yeten, kendi ekmek parasını kazanan kadınlar da çok. ‘Ben şehre gitmek istemiyorum’ diyen kadınların birleştiği bir Akbelen mücadelesi aslında bu.
Ekonomik özgürleri alınacak burası giderse. Ben hayvancılık yapıyorum, çiftçilik yapıyorum, tarım yapıyorum. Kazandığımla ben çocuklarımı okutuyorum. Yeri geliyor 10 tane yumurta satıyorum, yeri geliyor 5 litre süt satıyorum onların günlük harçlıklarını çıkarıyorum. Benin şehre, otele gitmek zorunluluğum yok. Ben kimsenin kölesi olmak istemiyorum. Kendi kölem olayım. Sabahın 5’inde kalkayım koyunlarımı otlatayım ama mis gibi temiz havamı alarak yapayım ben bunu.
Kadınların burada ön plana çıkması bence bu yüzden. Kendi hayatlarına bir saldırı çünkü. Ekolojik yıkımlarda hepimiz biliyoruz ki en fazla etkilenen doğayla birlikte kadınlar ve çocuklar. O yüzden kadınların burada başkaldırmışlığı var. Gözlerini kararttı hepsi bunu söyleyebilirim. Erkekler yanımızda, arakamızda ama kadınların her biri ‘ölmek var dönmek yok’ diyor. Bu kadar kararlıyız. Kazanacağız.”
AYŞE ÇOBAN: “BİZ MASKE TAKSAK HAYVANLAR TAKABİLİYOR MU?”
Karadam Köyü’nde doğup büyüdüğünü belirten Ayşe Çoban, termik santral ve kömür madenlerinin kendilerini mağdur ettiğini ve çok üzdüğünü vurgulayarak şunları söyledi: “Yerlerimizin yok olması, sularımızın tükenmesi bizi üzdü. Tükendik. Hayvanlarımız tozun içinde kaldı. Şöyle baktığımız zaman doğamız kayboldukça içimiz eriyor, tükeniyor. Kömürden gelen toz; doğa olsaydı, ağaçlar olsaydı bu toz gelmezdi. Toz geldiği zaman kömürün tozuyla beraber geliyor. İneklerimiz yiyor o tozu. Ben üzülüyorum, çok üzgünüm.”
Kendilerini tozdan korumak için maske taktıklarını söyleyen Çoban, “Biz maske taksak hayvanlar takabiliyor mu? Tavuğa maske takabilir misin? Bir biz değil, ağaçlar, canlılarımız, hayvanlarımız soluyor” dedi.
“HER ŞEYDE VERİM AZALDI”
Yaşadıkları çevrede iklim değişikliğini doğrudan hissettiklerine dikkat çeken Çoban, tarımsal ürünlerden aldıklarını verimin düştüğünü ifade etti: “İklim değişti. İklim değişince mevsimler de değişti. Aniden bir rüzgâr çıkıyor, tozu alıp gelip bizim evimizin içinin her tarafına yayıyor. Evimizin içine yayıldığı gibi otların üzerine gidiyor, hayvanlarımız yiyor, hasta oluyorlar. Verimlerimiz azaldı. Zeytin ağaçlarımız vermiyor. Bir zeytin değil. İncir, üzüm ne varsa. Her şeyde verim azaldı.”
“EKMEĞİN, SUYUN ÜZERİNDEN ENERJİ ÜRETİLİR Mİ?”
Su kaynaklarının kuruduğunu belirten Çoban, şunları sordu: “Ben şunu düşünüyorum kendi kendime: Ekmeğin üzerinden enerji üretilir mi? Suyun üzerinden enerji üretilir mi? Su mu önemli, ekmek mi önemli enerji mi önemli? Enerji de önemli ama ekmek, su daha önemli bana kalırsa.
Bizim köyümüzün önünden geçen yaz kış akan şırıl şırıl akan bir deremiz vardı. Herkes bağını bahçesini yapardı ama maalesef şu an deremiz kurudu. Su diye hiçbir şey yok. Üzgünüz yani.
Kömür bütün tarlalarımızı aldı. Kömür yenir mi? Ekmek mi yenir? Köy hayatlarımız bitti, geleceğimiz de bitti. Çocuklarımıza ne kalacak ne bırakacağız? Hiçbir dikili ağacımız kalmayacak, bir avuç toprağımız kalmayacak.”
“TOPRAKLARIMIZDA TÜRKİYE’DE YETİŞEBİLECEK NE EKERSEK OLURDU”
Kömür madenlerinden önce verimli tarım arazilerinin olduğunu anlatan Çoban, şimdi verimin çok düştüğünün belirterek şunları söyledi: “Köyler çok önemli. Bu dünya kuralıdır. Kömürle mi meydana gelmiş, kömürle mi yaşamış insanlar. 50 senedir enerji var, 50 sene önce enerji yoktu ama her şey çok güzeldi. Ovalarımıza, topraklarımıza ayçiçeği ekerdik olurdu, pamuk, tütün, buğday, arpa ekerdik olurdu. Türkiye’de yetişebilecek ne ekersek olurdu. Domatesi dikerdik hiç sulamadan olurdu. Kavun, karpuz ekerdik tütün tarlalarına, tütün kırardık oturur yerdik. Ama şu an hiçbir şey olmuyor. Bir sıcak, bir rüzgar. Dağları yakıyorlar, ovaları bitirdiler. Çok üzgünüz.”
“AÇ DURULMAZ, IŞIKSIZ DURULUR AMA ENERJİYİ GÜNEŞTEN DE RÜZGARDAN DA ÜRETEBİLİRLER”
Çoban, termik santrallere karşı olan mücadelelerini ise şöyle anlattı: “2018’de ihtarname gönderdiler. Şok olduk. Maalesef ne yapacağımızı şaşırdık.
Çevreciler çıktı karşımıza. Onlar bizim elimizden, kolumuzda tuttu gibi düşünüyoruz biz. Onlar sayesinde bir çadır kurduk. Mücadele veriyoruz ağaçlarımız yok olmasın, doğamız kaybolmasın, topraklarımız tükenmesi diye. Ekmeğin üzerinden enerji üretilmesin. Ekmek bu ekmek. Aç durulmaz, ışıksız durulur. Allah’ın ışığı gece de var gündüz de var. Ama enerjiyi de güneşten üretebilirler, rüzgârdan da üretebilirler.
“GİDEN GİTTİ AMA BUNDAN SONRA AKLIMIZI BAŞIMIZA DEVŞİRECEĞİZ”
“Giden gitti ama bundan sonra aklımızı başımıza devşireceğiz” diyen Çoban, madenler yüzünden yaşadıklarını şöyle dile getirdi: “Şu memleketi yakmasınlar, toprakları yok etmesinler, sularımızı tüketmesinler.
Zenginin parası var diye garibanı eziyor. Zenginin parası var diye gariban yok mu olsun yani? Biz nereye gideriz? Doğamızı, ovamızı alacaklar. Biz de bu memleketin insanıyız, bu memlekette yaşamak isteriz. Dünyaya gelen herkes ölecek ama biz her gün ölüyoruz burada.”
MUSTAFA YILDIRIM: “BU SAATTEN SONRA VERECEK BİR KARIŞ TOPRAĞIMIZ YOK”
Doğma büyüme İkizköy’lü olduğunu söyleyen Mustafa Yıldırım ise şirketin Hüsamlar’dan başlayarak Karacağaç ve Işıkdere Mahallesi’ni istimlak yapıp aldığını dile getirdi. Şirketin burada durmadığını dile getiren Yıldırım, “Ovamız var bizim. Ovamızda kömür yok, orayı da bu sefer alıp istimlak yapmak istediler. Biz de dedik ki kömür olmaya yeri vermeyeceğiz, artık yeter.
Sonra Akbelen Ormanı’nı almaya kalktılar, ama onu da almazsınız dedik. Bu saatten sonra verecek bir karış toprağımız yok. Aşağı yukarı 2019’dan beri sürüyor süreç. Yerlerimizi ve ormanımızı vermeyeceğiz. Sonuna kadar direnmeye devam edeceğiz” dedi.
“ZEYTİNİMİZ MEYVE VERMEZ OLDU”
Köylüler olarak kömür madenlerinden olumsuz anlamda etkilendiklerini ifade eden Yıldırım, “Tozundan, kömürün kokusundan etkileniyoruz. Hastalıklar oluyor, zeytinimiz meyve vermez oldu. İncirlerimiz de öyle. Bunların verimi çok düştü” ifadelerini kullandı.
Yaşadıkları bölgenin hem turizm hem tarım bölgesi olduğuna dikkat çeken Yıldırım, “Çiftçilik, büyükbaş, küçükbaş hayvan da yapabiliriz. Her şeklide burada geçim sağlayabiliriz. İlle de burada santral olması bence o kadar gerekli değil” dedi.
“TARIM ARAZİLERİNİ BÖYLE KÖMÜRE VERİRSEK BU NEREYE KADAR GİDECEK?”
Üreterek halka sunmak istediğini vurgulayan Yıldırım şunları söyledi: “Tarım arazileri gitsin istemiyorum. Üretmek istiyorum ben. Üretip halkımız sunmak istiyorum. Üretelim halkımız yesin. Üretmezsek, tarım arazileri böyle kömüre verirsek bu nereye kadar gidecek böyle? Her şey kömür değil.
Tarım olması lazım. Biz yurt dışından buğday ihraç ediyoruz. Saman ihraç ediyoruz. Türkiye’de yok mu yani bunlar? Devletimiz biraz daha köylünün, tarımın yanında olsa daha iyi olur diye düşünüyorum.”
DENİZ GÜMÜŞEL: “55 BİN DÖNÜMÜN ÜZERİNDE ORMAN ALANI, TARIM ALANI KÖMÜR MADENİ YÜZÜNDEN YOK EDİLMİŞ DURUMDA”
İkizköy Çevre Komitesi’nden Çevre Mühendisi Deniz Gümüşel ise kömürün Muğla genelinde yarattığı ekolojik yıkıma vurgu yaparak, “Buradaki 3 büyük termik santral bugüne kadar 69 bin insanın erken ölümüne neden oldu. On binlerce insanın bebeğin, çocuğun hastalanmasına yol açtı. Kömür Muğla’nın su varlıklarını, derelerini, yeraltı sularını yok etti. 55 bin dönümün üzerinde orman alanı, tarım alanı kömür madeni yüzünden yok edilmiş durumda” dedi.
İklim krizinin etkilerini en çok Muğla’da hissettiklerini belirten Gümüşel, şunları söyledi: “Yangın felaketleriyle hissediyoruz, kuraklığın getirdiği tarımda verim düşüşüyle hissediyoruz. Sellerle hissediyoruz. Mesela hiç yaşanmadığı halde bugüne kadar İkizköy’de son iki yıldır hortum yaşanıyor. Hortum gibi bir fırtına çeşidi iç bölgelerde normalde yaşanmaz. Biz burada bunu yaşıyoruz. Gerçekten iklimler değişiyor ve iklimlerin değişmesinde en büyük rolü oynayan termik santraller, kömür madenciliği de bu bölgede. Dolayısıyla büyük bir çelişki yaşıyoruz.”
“İKİZKÖYLÜLERİN YAŞAM ALANI MÜCADELESİ DİYE BAŞLAYAN MÜCADELE BUGÜN ARTIK AKBELEN ORMANI’NDA SİMGELEŞTİ”
Son bir yıl için diğer ekoloji mücadeleleri ile büyük bir dayanışma ördüklerini söyleyen Gümüşel “İkizköylülerin yaşam alanı mücadelesi diye başlayan mücadele bugün artık Akbelen Ormanı’nda simgeleşti. Hem Muğla’nın tamamı için hem de Türkiye için hem de Dünya için bir yaşam hakkı mücadelesine dönüştü. Dünyanın dört bir tarafından, Muğla’nın, Türkiye’nin dört bir tarafında devam eden diğer yaşam hakkı mücadeleleriyle gücümüzü birleştirerek bugüne kadar geldik” dedi.
Etkinlikler boyunca son bir yıldır tutulan nöbetin onuruna, farklı mücadele alanlarından dostlarıyla bir araya geldiklerini söyleyen Gümüşel, şunları aktardı: “Yaşadığımız bu saldırıya nasıl birlikte karşı koyabileceğimizi, geleceği konuştuk. Bugüne kadar başardıklarımızı, başaramadıklarımızı, nerelerde tökezlediğimizi konuştuk. İşte bu dayanışma, bu yurttaşlık bilinci, bir dünya yurttaşı olduğumuza dair bilinç, doğanın çocukları olduğumuza dair bilinç sanıyorum ki geleceğin daha aydınlık olmasını sağlayacak olan bilinç. Biz bu iki gün Akbelen’de İkizköy’ün merkezinde Karadam’da böylesi güzel bir buluşmaya ev sahipliği yaptık. Birinci yılın bence en güzel tarafı buydu.”
“UMARIM BİR İKİNCİ YIL OLMAZ”
Akbelen Ormanı’nın bir an önce kömür madeni izninin iptal edilerek tamamen özgürleşmesini temenni eden Gümüşel “Umarım bir ikinci yıl olmaz. Akbelen Ormanı gelecek kuşaklara da oksijen üretmeye su üretmeye, yaban hayatının devamlılığını sağlamaya devam eder. O güzel Çamarası dediğimiz Akbelen Ormanı nöbet alanı çocukların, gençlerin vakit geçirdiği o tatlı, güzel, keyifli alan olmaya devam eder diye umut ediyorum” dedi.
ARİF ALİ CANGI: “İKİZKÖYLÜLER ÖZELLİKLE KADINLARIYLA BİR DAL AĞACINI VERMEME KARARLILIĞINDALAR”
İkizköylülerin avukatı Arif Ali Cangı ise davaya katılma sürecini şöyle anlattı: “Yaklaşık iki yıl önce Milas İkizköy’e davet edildim ve o zaman maden köye dayanmış ve kamulaştırma tehdidi altındaydılar. ‘Bize hukuki olarak görüş bildirir misin, destek olur musun?’ dediler. Geldiğim zaman anlatılanlar ve İkizköylü kadınların ‘Biz Işıkdere köyümüzü verdik, pişmanız, artık bir karış toprağımızı, bir dal ağacımızı vermeyeceğiz ne pahasına olursa olsun sahip çıkacağız’ demesi üzerine ben buraya dahil oldum. Avukatlıklarını üstlendim çünkü gerçekten enerji verici, coşku verici bir şeydi. Ben ta avukatlığa başladığımda Bergama mücadelesinde olduğu gibiydi.
İkizköy’deki mücadelenin en önemli yanının yerelden gelen bir talep üzerine oluşması olduğunu söyleyen Cangı, “Gerçekten de İkizköylüler, özellikle kadınlarıyla, bir karış toparlaklarını vermeme, bir dal ağacını vermeme kararlılığındalar. Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrali’nin yarattığı tahribata karşı, yaşamlarını tehdit etmesine karşı mücadele yürütüyor bu insanlar” dedi.
“İKİZKÖYLÜLER VE ONLARIN DOSTLARI CİDDİ BİR KÜRESEL İKLİM KRİZİNE KARŞI YERYÜZÜNDEKİ YAŞAMIN, DÜNYA’NIN GELECEĞİNİN SAVUNMASINI YAPIYORLAR”
İkizköy’de yurttaşların termik santralin yarattığı kirliliğe daha fazla tahammül edecek güçlerinin kalmadığını belirten Cangı, buradaki mücadelenin sadece köylülerin kendi yaşam alanlarını korumak değil Dünya’daki ve yeryüzündeki yaşamı korumakla ilgili olduğunun altını çizerek şunları söyledi:
“Çünkü hepimiz biliyoruz ki bugün iklim krizinin en önemli müsebbibi fosil yakıtlar. Kömür gibi madenler ve termik santraller. Burada 3 tane termik santral var. O termik santrallerin sürekli bir kömür ihtiyacı var ve yaşam alanlarını orman alanlarını, tarım alanlarını maden ocağı haline getiriyorlar ve sürekli olarak burayı yaşanmaz hale getirdikleri gibi aynı zamanda iklim krizini tetikleyen bir işlev görüyorlar. Aslında İkizköylüler ve onların dostları ciddi bir küresel iklim krizine karşı yeryüzündeki yaşamın, Dünya’nın geleceğinin savunmasını yapıyorlar. Burada ciddi bir iklim mücadelesi var.”
“DÜNYA’NIN GELECEĞİYLE İLGİLİ KAYGISI OLAN HERKESİN BURAYA KULAK VERMESİ, BURAYA DESTEK OLMASI GEREKİYOR”
Termik santrallere karşı verilen mücadelenin önemine dikkat çeken Cangı “Ben buradan sesleniyorum: İklimle ilgili kaygısı olan, Dünya’nın geleceğiyle kaygısı olan herkesin buraya kulak vermesi, buraya destek olması gerekiyor. Eğer destek olunursa İkizköylüler 2-3 yıla termik santralleri kapattırırlar. Bu gerçekten yaşamı savunma mücadelesinde çok güzel bir örnek olur ve dünyanın geleceği için de müjde olur. O nedenle ben herkesi buradaki sese kulak vermeye çağırıyorum. ‘Akbelen Ormanı’nın vermeyeceğiz’ diyen sese kulak vermelerini istiyorum” dedi.
“BURADA ÖRNEK BİR SONUÇ DOĞURUP YAŞAMIN GELECEĞİ İÇİN İKİ TANE TERMİK SANTRALİN KAPISINA KİLİT VURABİLİRİZ”
Yürütülen davalara dair bilgi veren Cangı şunları söyledi: “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) muafiyeti davamız vardı. Danıştay’da şu anda. O dava istediğimiz gibi sonuçlanmadı. Temyiz aşamasındayız.
Diğer davamız, Akbelen Ormanı’nda maden ocağı işletmesine izin verilmesine dair Tarım ve Orman Bakanlığı izninin iptal davası. Şu anda en yoğunlaştığımız dava bu. İki defa keşfe gelindi. Birinci keşifte ne yazık ki 29-30 yıllık meslek hayatımda karşılaşmadığım bir hakim tavrıyla karşılaştık. Hakimin hakaretine uğradık. Ona rağmen bir maden mühendisi bilirkişi ve biyolog Akbelen Ormanı’nın korunmasına dair görüş bildirdi o raporda. Ama keşifte yaşanan o hukuka aykırı, kabul edemeyeceğimiz durum nedeniyle biz itiraz ettik tabii ki. Yeniden keşif yapıldı. Keşif sonucunda 6 bilirkişiden 4’ü Akbelen Ormanı’nda maden ocağı açılması halinde ekolojik yıkıma yol açılacağına dair bilimsel görüş bildirdiler. 2 bilirkişi ise ‘Termik santralin de çalışması gerekir’ gibi bir görüş bildirdi.”
Bilirkişi raporlarıyla davanın daha fazla uzamasına gerek olmadığını belirten Cangı Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin verdiği üçüncü defa bilirkişi keşfi yapılması kararını eleştirerek şunları söyledi: “8 Ağustos’a keşif kararı alında. Yeni bilirkişi atadı ve 18 bin lira bilirkişi keşif masraf avansı, 590 lira da keşif harcı talebinde bulundu.
Biz yeniden keşif yapılmasına itiraz ettik. İtiraz nedenimiz, daha önceki bilirkişi raporunun yeterli olduğu yönünde. Daha fazla bir şey araştırmaya gerek yok ekolojik yıkıma dediyse bilirkişiler teknik uzmanlık bakımından.
Biz itirazımızı sürdüreceğiz. Şayet keşif yapmak zorunda kalırsak keşifte yine tüm gerçekleri bilirkişilere göstereceğiz. O rapordan da bizi doğrulayan görüşler çıkacağını umut ediyoruz. Biz Akbelen Ormanı’nı koruyacağız. Hukuken de koruyacağız.
Daha fazlasını da yapmaya çalışıyoruz. Akbelen Ormanı’ndan sonra madenin genişleyeceği alana ilişkin ruhsatın iptali için dava açtık. O da şu an bu davada. Hukuki olarak bu mücadelemiz sürüyor. İkizköylüler direnişini sürdürüyor.”
Dava süreçlerinin önemine vurgu yapan Cangı son olarak şunları belirtti: “Eğer yaşam savunucuları ve eğer gerçekten Dünya’nın geleceği açısından kaygısı olanlar varsa, kargısı olanların bu mücadeleye kulak vermesi destek olması gerekiyor. Eğer bu destek gelirse burada örnek bir sonuç doğurabiliriz. Yaşamın geleceği için iki tane termik santralin kapısına kilit vurabiliriz.”