11. Yargı Paketi taslak metnindeki çocuk suçluluğuna ilişkin düzenlemeleri Gündem Fethiye’ye değerlendiren Muğla Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Üyesi Merih Meltem Anayaroğlu, “Yetişkin infazı, çocuklar açısından orantısız ve zararlıdır; bu tür bir uygulama, yeniden suç işleme riskini artırır” dedi.
11. Yargı Paketi taslağı, çocuk adalet sistemine ilişkin üç temel düzenleme içeriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulması planlanan taslakta, Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un (5275 Sayılı Kanun) bazı maddelerinde değişiklik yapılması öngörülüyor. Bu değişikliklerle çocuklara yönelik ceza ve infaz hükümlerinde yeni uygulamalar getirilmesi hedefleniyor.
TCK’NIN 31. MADDESİ’NDE DEĞİŞİKLİK – CEZALARDA ARTIŞ
Taslak düzenlemeye göre, Türk Ceza Kanunu’nun 31. Maddesi’nde değişiklik yapılması planlanıyor. Buna göre 15–18 yaş grubundaki çocuklara verilecek cezaların alt ve üst sınırları artırılacak.
Mevcut düzenlemede, bu yaş grubundaki çocuklara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 24 yıla kadar hapis cezasıverilebiliyordu. Taslakta bu süre 27 yıla kadar çıkarılıyor. Ayrıca, 15 yıla kadar hapis cezası öngörülen fiiller için yeni düzenlemeyle 18 yıla kadar hapis cezası verilmesi planlanıyor.
Aynı değişiklik kapsamında, çocukların bazı suçlarda yetişkinlerle benzer şekilde yargılanmasına olanak tanıyacak hükümler de yer alıyor. Bu düzenlemeyle TCK’nın 81. ve 82. maddelerinde tanımlanan suçlar açısından çocukların yetişkin gibi değerlendirilebileceği belirtiliyor.
5275 SAYILI KANUN’UN 11. MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK – İNFAZIN BAŞLANGIÇ YERİ
Taslakta yer alan bir diğer düzenleme, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 11. maddesinde değişiklik yapılmasını öngörüyor. Yeni düzenlemeye göre, hakkında hapis cezası kesinleşen çocukların cezalarının infazına Çocuk Eğitimevleri’nde değil, Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumları’nda başlanması planlanıyor.
Mevcut sistemde çocukların cezaları, topluma yeniden kazandırılmayı hedefleyen Çocuk Eğitimevleri’nde infaz ediliyor. Taslakta ise infaz sürecinin kapalı kurumlarda başlaması öngörülüyor. Türkiye’de şu anda dokuz Çocuk Ceza İnfaz Kurumu ve dört Çocuk Eğitimevi bulunuyor.
Bu değişiklikle birlikte, çocukların kapalı cezaevlerinde geçirecekleri süre artarken, eğitimevlerine geçiş süreci daha sonraki aşamaya taşınacak.
5275 SAYILI KANUN’UN 15. MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK – EĞİTİMEVLERİNE AYRILMA ŞARTLARI
Taslakta ayrıca, aynı kanunun 15. maddesinde de değişiklik öngörülüyor. Bu madde, çocukların ceza infaz kurumlarından eğitimevlerine ayrılma koşullarını düzenliyor. Yeni taslağa göre, eğitimevlerine ayrılma şartları ağırlaştırılacak ve bu kararı verecek olan ‘İdare ve Gözlem Kurulu’nun yetkileri artırılacak. Ancak kurulun karar standartları ve değerlendirme ölçütleri taslakta açık şekilde belirtilmiyor.
Bu düzenlemeyle birlikte, çocukların kapalı ceza infaz kurumlarında kalış sürelerinin uzaması ve eğitimevlerinin kullanım alanının daralması öngörülüyor.


“YETİŞKİN İNFAZ SİSTEMİ CEZALANDIRMA VE CAYDIRICILIK EKSENLİ BİR REJİMDİR”
Muğla Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Üyesi Avukat Merih Meltem Anayaroğlu, konuya ilişkin Gündem Fethiye’den Yasin Çoban’a açıklamalarda bulundu.
11. Yargı Paketi’nde değişikliklerin çocuk adalet sisteminin ilkeleriyle bağdaşmadığını ifade eden Anayaroğlu, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin (ÇHS) 37. ve 40. maddelerine atıfta bulunarak, bu maddelerin çocuk adalet sisteminin temel ilkesini açık biçimde ortaya koyduğunu belirtti.
Bu maddelerde belirtilen “Çocuklar, gelişimsel özellikleri ve yüksek iyileşme kapasiteleri nedeniyle yetişkinlerden farklı usul ve infaz kurallarına tabidir” ifadelerine atıf yapan Anayaroğlu, sözleşmenin devletlere açık bir yükümlülük getirdiğini vurguladı.
Anayaroğlu açıklamasında, çocuğun üstün yararı, özgürlüğünden yoksun bırakmanın son çare olması, yaşa uygun rehabilitasyon ve eğitim ile sosyal destek odaklı yaklaşım ilkelerinin devletler için bağlayıcı olduğunu söyledi.
Anayaroğlu, “Sözleşme, taraf devletleri çocukları yetişkin adalet sisteminden ayırmakla yükümlü kılar. Yetişkin infaz sistemi cezalandırma ve caydırıcılık eksenli bir rejimdir; topluma yeniden kazandırılmasını esas alır” ifadelerini kullandı.
Anayaroğlu, 11. Yargı Paketi taslağında yer alan çocukların yetişkinlerle aynı infaz kurallarına tabi tutulabileceği yönündeki düzenlemelere ilişkin değerlendirmesinde, bu yaklaşımın hem uluslararası hem de ulusal hukuk ilkeleriyle çeliştiğini vurguladı.
Avrupa Konseyi standartları, karşılaştırmalı çocuk adalet sistemleri, kriminoloji bilimi ve Türk hukuk düzeni açısından dört başlıkta değerlendirme yapan Anayaroğlu, “Avrupa Konseyi’nin 2010 yılında yayımladığı Çocuk Dostu Adalet Rehberi, çocukların yetişkinlerden ayrı tutulmasını, eğitim ve psiko-sosyal destek almalarını ve gelişimsel ihtiyaçlarına uygun infaz rejimlerinin uygulanmasını zorunlu kılar. Avrupa Cezaevi Kuralları da bu yaklaşımı destekler” dedi.
Farklı ülkelerdeki çocuk adalet modellerine de dikkat çekerek; Almanya, Norveç, İspanya, Portekiz ve Yeni Zelanda örneklerini hatırlatan Anayaroğlu, şunları söyledi:
“Bu ülkelerde çocukların infazı eğitim merkezleri, kapalı gençlik birimleri, sosyal pedagojik programlar ve aile temelli modeller üzerine kuruludur. Hiçbir çağdaş sistem, çocukları yetişkin infaz rejimine geçirmeyi kabul etmez çünkü bu, çocuk adalet sistemlerinin var oluş nedenine aykırıdır.”
Kriminolojik açıdan da çocukların gelişimsel farklılıklarının göz ardı edilemeyeceğini belirten Anayaroğlu, nörogelişimsel araştırmalara göre 12–17 yaş grubundaki bireylerin risk değerlendirme ve dürtü kontrolü becerilerinin sınırlı olduğunu, buna karşılık rehabilitasyon potansiyellerinin çok yüksek olduğunu söyledi. Anayaroğlu, “Yetişkin infazı, çocuklar açısından orantısız ve zararlıdır; bu tür bir uygulama, yeniden suç işleme riskini artırır” sözlerini kullandı.
“TÜRK CEZA KANUNU VE İNFAZ KANUNU DA SİSTEMATİK OLARAK ÇOCUKLARIN YETİŞKİNLERLE AYNI İNFAZ REJİMİNE TABİ TUTULMASINA KARŞIDIR”
Türk hukukunda da çocukların yetişkin adalet sisteminden açıkça ayrıldığını vurgulayan Anayaroğlu, 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun amacının koruma, eğitim ve topluma yeniden kazandırma olduğunu hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:
“Anayasa’nın 41. maddesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatları, çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimlerinin korunmasını devletin pozitif yükümlülüğü olarak tanımlar. Türk Ceza Kanunu ve İnfaz Kanunu da sistematik olarak çocukların yetişkinlerle aynı infaz rejimine tabi tutulmasına karşıdır.”
Anayaroğlu, çocukların yetişkin infaz kurallarına tabi tutulmasını teklif etmek, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Avrupa Konseyi standartlarına, karşılaştırmalı çocuk adalet sistemlerine, kriminolojik verilere ve Türk hukuk düzeninin ruhuna açıkça aykırı olduğunu ifade etti.
Yetişkin infazını çocuklara uygulamak, çocuk adaletinin temel ilkelerine aykırıdır ve yoksul, göçmen ya da desteksiz çocuklar üzerinde ayrımcı etki yaratabileceğini ifade eden Anayaroğlu, şunları söyledi:
“Bu gruplar, aynı eylemler için sisteme daha sık dâhil edilmekte, savunma ve destek mekanizmalarına daha zor erişebilmekte ve infaz kurumlarında daha yüksek şiddet, istismar ve dışlanma riskiyle karşılaşmaktadır. Sonuç olarak bu yaklaşım, korunması gereken çocukları yetişkin ceza dünyasına iterek hem temel hak ihlallerini artırmakta hem de toplum açısından uzun vadede daha yüksek suç ve dışlanma maliyeti doğurmaktadır.”
Anayaroğlu; Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuk Acil Durum Fonu (UNICEF) raporları, yetişkin ceza kurumlarının çocuklar için travmatik ve güvensiz olduğunu vurguladı.
Anayaroğlu, 11. Yargı Paketi’nin çocuk adalet sisteminde yalnızca cezaların ağırlaştırılmasını değil, aynı zamanda çocuk algısında bir paradigma değişimini de beraberinde getirdiğini söyledi.
Bu dönüşümün üç temel eksende bir zihniyet kaymasına işaret ettiğini belirten Anayaroğlu, değişimi şu şekilde sıraladı:
- Koruma odaklı yaklaşımdan güvenlik odaklı yaklaşıma geçiş: “Çocuk adaletinin temel mantığı, çocuğu gelişmekte olan bir birey olarak görüp onu suçtan ve zarardan korumaktır. Ancak bu yeni anlayış, çocuğu korunması gereken bir özne olmaktan çıkarıp toplumsal tehdidin kaynağı olarak resmediyor. Böylece sistem rehabilitasyondan uzaklaşıp kamu düzeni ve caydırıcılık eksenine kayıyor.”
- Çocuğun gelişimsel özelliklerinin inkârı: “Çocukları yalnızca ‘fail’ kimliğiyle değerlendirmek, nörogelişimsel olgunlaşmamışlıklarını, sınırlı muhakeme kapasitelerini ve yüksek iyileşme potansiyellerini yok saymak anlamına gelir. Oysa çocuklar, yetişkinlere göre çok daha değişebilir ve desteklenebilir bireylerdir.”
- Toplumsal riskin nedenlerini değil, sonuçlarını cezalandıran zihniyet: “Çocuğu “fail” olarak merkeze alan anlayışın, yoksulluk, aile içi şiddet, eğitimden kopma, akran baskısı, ruh sağlığı desteği eksikliği ve göç gibi yapısal nedenleri göz ardı eder ve sosyal politikadan ceza politikasına geçiş anlamına gelir. Bu yaklaşım, suçun arkasındaki nedenleri ortadan kaldırmak yerine sonuçlarını cezalandırıyor. Böylece sosyal politikanın yerini cezalandırıcı bir anlayış alıyor.”


“UYGULAMA KURUMSAL KAPASİTE, PERSONEL SAYISI, UZMANLIK VE BÜTÇE BAKIMINDAN BU ÇERÇEVENİN GERİSİNDE”
Anayaroğlu, medyanın ve siyasetin söylemlerinin de bu zihniyet değişimini beslediğine dikkat çekerek şunları söyledi:
“‘Tehlikeli çocuk’, ‘çete çocuklar’ ya da ‘suça meyilli nesil’ gibi söylemleri; çocukların korunması gereken bireyler değil, kamu düzenine yönelik tehditler olarak çerçevelenmesine yol açar. Bu söylem, korku-politikalarının ve popülist ceza siyasetinin temel aracıdır.”
Mevcut sistemde çocuklar için yeterli sosyal rehabilitasyon ve psikolojik destek mekanizmasının mevzuatta olduğunu ancak uygulamada eksiklik olduğunu söyleyen Anayaroğlu, “5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve ilgili yönetmelikler, çocuklar için: Sosyal inceleme, danışmanlık, eğitim ve bakım tedbirleri, destek hizmetleri öngörüyor. Ancak uygulama kurumsal kapasite, personel sayısı, uzmanlık ve bütçe bakımından bu çerçevenin gerisinde” dedi.
Çocuk adalet sisteminde rehabilitasyon ve psikososyal destek mekanizmalarının yetersiz olduğunu belirten Anayaroğlu, şunları söyledi:
“Adli süreçte sosyal inceleme ve psikolojik destek ciddi şekilde yetersiz. Adli görüşmeci, psikolog, sosyal çalışmacı ve çocuk gelişimci sayısı ihtiyacın çok altında. Özellikle ilçelerde ve büyük şehirlerin dışındaki bölgelerde sosyal inceleme raporları zamanında hazırlanamıyor. Birçok çocuk, hiçbir psikososyal değerlendirme yapılmadan sürece giriyor ya da sistemden çıkıyor.”
Anayaroğlu, göçmen çocuklar için dil desteğinin yok denecek kadar az olduğunu da belirtti. Anayaroğlu, kapalı kurumların rehabilitasyon amacını karşılamadığını vurguladı.
Çocuk eğitimevleri ve kapalı cezaevlerinde ciddi personel eksikliği bulunduğunu söyleyen Anayaroğlu, şunları söyledi:
“Psikolog ve sosyal hizmet uzmanı sayısı sınırlı. Eğitim programları süreklilik göstermiyor. Mesleki eğitim ve toplum temelli programlar yetersiz. Bu kurumlarda rehabilitasyon yerine güvenlik ve idari disiplin ön planda.”
Toplum temelli hizmetlerin de yeterince kurumsallaşmadığını ifade eden Anayaroğlu, “Aile danışmanlığı, okul–sosyal hizmet entegrasyonu, mahalle temelli gençlik merkezleri, mentor programları ve bağımlılık destek hizmetleri yaygın ve sürdürülebilir bir biçimde sunulmuyor. Çocuklar için fiili seçenek ya kapalı kurum ya da hiçbir destek almadan serbest kalmak oluyor. Oysa bu iki uç arasında bulunması gereken ‘ara seviye rehabilitasyon hizmetleri’ hâlâ yeterince geliştirilmedi” sözleri kullandı.
Anayaroğlu, çocukların adalet sisteminde yalnız bırakılmasının yeniden suça sürüklenme riskini artırdığını ve uzun vadede toplumsal maliyetleri büyüttüğünü sözlerine ekledi.
“YAPISAL NEDENLER YOKMUŞ GİBİ DAVRANILDIĞINDA GERİYE TEK ÇÖZÜM OLARAK CEZALANDIRMA KALIR”
Taslağın ‘çocuk suçluluğuyla mücadele’ adı altında cezalandırmayı mı meşrulaştırdığını belirten Anayaroğlu, “Taslak; koruma değil, tehdit üzerinden bir çerçeve kuruyor. Çocukları ‘risk’, ‘tehdit’ ve ‘kamu düzenine yönelik tehlike’ üzerinden tanımlayarak koruma–rehabilitasyon eksenini geri plana itiyor. Bu, kamuoyunda ‘çocuklar sert cezalar almalı’ düşüncesini normalleştiren popülist bir zemin yaratıyor. Cezayı meşrulaştırmanın en bilinen yolu suçu artırılmış bir tehdit olarak sunmaktır” dedi.
Tasarı; yoksulluk, eğitimden kopma, aile desteği eksikliği ve göç gibi çocukların suça yönelme nedenlerini dikkate alınmadığını söylenen Anayaroğlu,“Yapısal nedenler yokmuş gibi davranıldığında geriye tek çözüm olarak cezalandırma kalır. Bu da cezayı ‘doğal’, ‘zorunlu’ ve ‘kaçınılmaz’ gösterir” dedi.
“MÜCADELEMİZ BAROLAR VE STK’LAR OLARAK OMUZ OMUZA DEVAM EDİYOR”
Çocuk hakları savunucuları olarak 3-4 Kasım 2025’te TBMM ve bakanlıklarla görüşerek cezalandırıcı çocuk adaletine karşı mücadele başlattıklarını vurgulayan Anayaroğlu, şu ifadeleri kullandı:
“Amacımız, hazırlanan taslağın yarattığı riskleri karar alıcılara doğrudan aktararak çocukların üstün yararını, koruma-rehabilitasyon ilkesini ve uluslararası standartları savunmak, dünyadaki iyi uygulama örneklerini anlatmak. Görüşmelerimizde, uluslararası normlar ve kanıta dayalı politikaları dikkatlere getirmek üzere, ampirik araştırmalar sunduk, çocukların uzun süreli hapsedilmelerinin onları topluma kazandırmak yerine yeniden suça sürüklenme riskini artırdığını, travmatik etkiler yaratarak sosyal bağlarını kopardığını ortaya koyduk.”
Karşılaştırmalı bir inceleme raporu hazırladıklarını söyleyen Anayaroğlu, “Almanya, İspanya ve Portekiz çocuk adalet sistemlerini anlattık, çocukların suça sürüklenmesini önleyen, erken müdahale ve yeniden sosyalleşme temelli uygulamaları açısından analizlerimize dikkat çektik; bu üç ülkenin, Avrupa’da ‘iyi uygulama örnekleri’ olarak öne çıkarıldığını dikkatlere getirdik. Mücadelemiz barolar ve STK’lar olarak omuz omuza devam ediyor” diyerek sözlerini tamamladı.












